OSMANLI, RAMAZAN VE NARH
Osmanlılar, devletin bekasının şartı olarak narhı koyarken, devletin en büyük başarılarından biri de halkın temel maddelere ucuz fiyatlarla ulaşmasını sağlamasıydı.
Bu yüzden tüketiciyi korumak için serbest piyasanın olmadığı dönemlerde, ürünlerin fiyatlarına narh konulmuş; yani piyasadaki çeşitli ürünlerin satışında bir üst limit belirlenmişti. Bu uygulamanın ismi “narh”tı.
İslam âlimlerinin bir kısmı narhı caiz bulurken bir kısmı ise karaborsayı teşvik edici olduğu görüşündedir. Ancak Osmanlı yönetimi narhı büyük bir titizlikle uygulamıştır. Osmanlı vakanüvistleri ve müellifleri, devletin beka şartları arasına narhı koyarlarken, padişahların en büyük başarılarından birinin düşük fiyatlarla halkın duasını alması olduğunu söylerler.
Osmanlı idarecilerinin en önemli meselesi, halkın temel ihtiyaç maddelerine kolay ve ucuz olarak ulaşımını sağlamaktı. Bunun yolu, iyi bir planlama ve sıkı bir denetimden geçiyordu. Osmanlı yönetimi, halkın mağdur olmaması için esnaf teşkilâtını, hammadde temininden başlayarak imalat, pazarlama, malları fiyatlandırma ve satışı denetim altında tutmaya çalışırdı.
Planlama, bir bölgede üretilen ürünlerin o yerin ihtiyaçlarını karşılanması esasına dayanıyordu. İhtiyaca göre üretim yapılmaya çalışılırdı. Başta İstanbul olmak üzere diğer bölgelerin ürünlerine ihtiyaç duyan büyük şehirlerde ise fiyatlar devletin müdahalesi ve denetimiyle halkın tahammül edebileceği seviyede tutulmaktaydı.
Kadı ve muhtesipler, çarşı-pazarı denetlemekten sorumluydu. İstanbul’da ise sadrazam ve zaman zaman da tebdil gezerek padişahlar bu denetime dahil oluyordu.
Narh, devletin piyasadaki çeşitli ürünlerin satışında bir üst limit belirlemesiydi. Söz konusu fiyat tespitlerinin bir kısmı olağan uygulamalardı. Bunlardan biri, Ramazan ayına özel yapılan fiyat tespitleriydi. Bu mübarek ayda halkın herhangi bir sıkıntı çekmemesine özel bir hassasiyet gösteriliyordu. Bu yüzden Şaban ayında temel ihtiyaç maddelerine dair listeler hazırlanırdı. Et ve mevsimlik ürünlere dair fiyat tespitleri de genellikle her yıl yapılan olağan narh uygulamalarıydı.
Gıda maddelerinin fiyatları dört mevsime göre farklı tespit edilirdi. İlk kuzu Hıdırellez’de kesilirken, etin fiyatı tespit edilirdi. Harmandan sonra yeni mahsul buğday alınınca da ekmek fiyatı belirlenirdi. Sebze ve meyve fiyatları da mevsimlere göre ayarlanırdı.
Olağan dışı narh uygulaması ise genellikle fiyatların tüketici aleyhine yükseldiği zamanlarda yapılmaktaydı. Ulaşımın sınırlı olduğu bir dünyada savaş, bölgesel isyanlar, kuraklık, çekirge istilası ve salgın hastalıklar gibi pek çok etken, piyasaya mal arzında sorunlar ortaya çıkarıyordu. Hiç şüphesiz böyle zamanlardan istifade etmek isteyen fırsatçılar vardı. Devlet bu gibi durumlarda paranın ayarını yeniden düzenler, halkın mağdur olmaması için de fiyatlarda bir üst limit belirlerdi. Ancak bu uygulamanın üretici veya tüccarı koruyan bir yanı da vardı. Zira maliyetin narhın üzerine çıktığı durumlarda üretici veya tüccarın talebiyle fiyat artışları da sıkça yapılmaktaydı. Üstelik loncalar ve gedik uygulamasıyla esnaf ayrıca korunuyordu.
Narh uygulamasında fiyat tespitleri, esnaf temsilcileri ve halktan kimselerle birlikte kadı tarafından yapılıyordu. Narh, toptancı ve perakendeci için ayrı ayrı tespit edilirdi. Fiyat tespiti, bir ürünün maliyeti hesaplandıktan sonra genellikle yüzde 10-20 oranında bir kârla satılması esasına dayanıyordu.
Malın kalitesi de fiyatların tespitinde önemliydi. Örneğin, 17. yüzyılın sonlarında Bolu’da normal helvanın okkası 20 akçe iken Çolak Şaban Usta’nın helvası 24 akçeden satılıyordu.
Esnaf, gerekli müzakereler neticesinde belirlenen fiyata uyacağını taahhüt ediyordu. Malların gramajlarıyla birlikte belirlenen fiyatları kadı sicillerine kaydediliyor ve halka duyuruluyordu.
Bu aşamadan sonra kadı ve muhtesiplerin en ciddi uğraşı, belirlenen narhın denetimiydi. İstanbul özelinde padişah ve sadrazam da narhla yakından ilgileniyor, sık sık denetime çıkıyorlardı. Bu teftişlerde narhın üzerinde satış yaptığı tespit edilenlere veya kalitesiz mal satanlara para, sürgün, falaka, teşhir gibi cezalar verilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda en fazla fiyat ve kalite kontrolü yapılan iki ürün, ekmek ve et idi. Nitekim 1774 ile 1789 yılları arasında Osmanlı tahtında bulunan Birinci Abdülhamid, devlet adamlarına hitaben kaleme aldığı bir hatt-ı hümayunda, “Her şeyden önemli olan et ve ekmektir” demekteydi.
Bu manada para ile ilgili bir düzenleme yapıldığında daha geniş kapsamlı bir defter hazırlanırken, bazı ürünlerin temin ve satışında yaşanan sorunlarda daha küçük çaplı narhlar belirlenmekteydi.
Narh uygulaması 19. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. 1860’lardan sonra ekmek gibi temel tüketim maddeleri hariç diğer ürünler üzerindeki narh kaldırılıp fiyatlar serbest piyasada belirlenmeye başladı. Denetimler ise şehremaneti, yani belediye tarafından yapılmaya başlandı.
Narha önem verilmesi, ahalinin temel ürünlere rahatça ve ucuz ulaşabilmesi, Osmanlı devri siyasetnamelerinde en çok vurgulanan hususlardandı. Padişahlar ve diğer devlet adamları da bunun öneminin farkındaydı. Sultan II. Mahmud’un şu hatt-ı hümayunu hem narh, hem de ahalinin refahı bakımından genel yaklaşımı yansıtmaktadır:
“Benim vezirim, bir süredir narh hususuna hiç bakılmaz oldu. Ahaliye lazım olan sabun, zeytinyağı, peynir ve pek çok sebzevat bulunmuyor. Bulunsa bile pahalılığından fukaraya acz gelmek derecesine vardı. Ekmeğin ayarı bozuk, etin okkası altmış paraya kadar satılıyor. Kuzu bulunmuyor. Bunları mülâhaza edip tedarik yollarını asla düşünmez olduk. İstanbul ahalisi, özellikle de esnaf ne söylüyorlar işittiğin yok mudur? Geçen sene Ramazan-ı Şerif’te bazı yalanlar peyda olduğundan gereksiz yere esnafın pek üzerine varma diye bayramda sana tembih etmiştim. Ancak bütün bütün bırakıp ahali yokluk çeksin de demedim. Sen tamamen bıraktın. Bu hususta rahat haramdır. Mübarek günler yaklaşıyor, İstanbul’da yiyecek yok. Sonra bu dedikodulara kim tahammül edebilir! Bu Ramazan da böyle mi vakit geçirilecek? Gereken ürünlerin temini, ekmeğin ayarı ve et hususlarına dikkat edip İstanbul’da tebdil gezmeyi terk etmeyesin. Zira dedikodudan huzursuz olmaya başladım.”
Bunları hatırlayıp da gel, “Hey koca Osmanlı!” deme bakalım!