İslam’ın kadına verdiği hakların mükemmelliği, İslam’dan önceki din, düzen ve uygarlıkların kadına verdiği hakları ve toplumdaki yerlerini belirtmeden anlaşılamaz. İslam’dan önceki Arap yarımadasında müşrik Arap toplumu, Hıristiyan ve Yahudiler, Roma ve Yunan, İran ve Hint gibi eski din ve medeniyetlerde kadının toplumdaki yerini tanımaya çalışmalıyız.
Eski Hint inançlarında kadın, ölümden, Cehennem’den ve yılan zehirinden de kötüdür. Çünkü onların inancında kadın, necis ve pis olarak kabul edilir. O nedenle de kadınlarını satarlar, takas yaparlar ve kumar aracı olarak kullanırlardı. Kararları: “Kadın, et yiyemez, konuşamaz ve gülemez.” şeklindeydi. Kadının eş seçme hakkı yoktu. Babalar kızlarını diledikleri gibi evlendiriyorlardı. Erkekle kızın anlaşarak evlilik yapmasını ayıplıyorlardı ve bunu “şehvet evliliği” diye ayıplanıyordu. Kadın daima erkeğe karşı ikinci sınıftı. Kız, babaya, karı kocaya, anne oğula karşı aşağılanırdı. Öğrenim hakkı kadına yasaktı. Neden ne olursa olsun kadın kocasından boşanmayı isteyemezdi. Erkek onu boşamadan ve isteğine bakmadan istediği kadar kadın ile evlenebilirdi. Kadının görevlerinden biri de kocası ölünce, kocasının yakıldığı yerde kendisini yakmasıydı. Eğer adam birden fazla evliyse, hepsinin o ateşte yanması gerekiyordu.
Eski Yunan medeniyetinin değişik dönemlerinde kadın şeytan gibi pis ve kötü sayılırdı. Kadının ağzına kilit vurulup konuşmaktan meneden ve et yemesini yasaklayan toplumları oldu. En akıllıları olan Sokrat: “Kadın dünyadaki bütün kargaşa ve çekişmelerin baş etkeni olduğunu, dıştan güzel hoş görünmesine rağmen aslında zehirli bir ağaç olduğunu, onu yiyenin zıbaracağını” savunur. Yunanlılarda evlilik, satın alma şeklinde oluyordu. Kızın babasına mal veya para veriliyordu. Doğurduğu erkek çocuk sayısına göre belirli bir değere sahip oluyorlardı. O zaman hiç doğurmayan veya kız doğuran kadının konumunu düşünmemiz gerekir. Kısır adam, karısıyla akrabasından birisini yatırma hakkına sahipti. Çocuk olursa, koca bunu kendinin sayıyordu. Kadın kısırsa boşaması gerekiyordu. Koca karısını sebepsiz boşama ve evden kovma hakkına sahipti.
Eski Romalılar, kadını her kötülüğün anası saydıkları için evliliği benimsemezlerdi.
(Korintoslulara I. Mektup, 14/34)
Kadınlara akla hayale gelmeyen işkenceler ederlerdi. Eğer kadın kız doğurursa veya sakat çocuk doğurursa, kocasının onu öldürme hakkı vardı. Kocası öldüğü zaman, kadına ondan mal ve miras kalmazdı. Kadının ev işlerini ihmali boşanma nedeni sayılıyordu. Kadının mahkemeye gidişi ve şahitliği yasaktı.
Yahudi ve Hıristiyan kaynakları incelendiğinde, her iki dini gelenekte de kadının erkeğe nispetle aşağı derecede bir varlık olduğu açıkça ifade edilmiştir. Her ne kadar Eski Ahid’deki ilk yaratılış kıssasında kadının erkek ile aynı anda yaratıldığı belirtilmiş olsa da, ikinci kıssada yer alan “erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olan ve yaratılış amacı” çocuk doğurmak ve eşine hizmet etmek olan kadın imajı, Yahudi kaynaklarında baskın bir anlayış halini almıştır. Bu anlayışın dini metinlerin yorumlanmasında esas kabul edilmesi, sonraki dönemlerde kaleme alınan Talmud metinlerinde karşılığını bulmuştur. Eski Ahid’de ve Yahudi dini literatürde geliştirilen söz konusu anlayış, Hz. İsa (a.s)’in sözleri ve davranışları ile değiştirilmeye çalışılmış olsa da Yeni Ahid külliyatında belirleyici bir yaklaşım olmamıştır. Hıristiyanlıktaki kadın algısı, Pavlus’un özellikle Korintoslulara yazdığı birinci mektupta ileri sürdüğü görüşler çerçevesinde şekillenmiştir. Yahudi ve pagan kültürlerinin etkisi altında gelişen bu algı, Kilise’nin Ortaçağ boyunca kadına yönelik aşağılayıcı tutumunun temelini teşkil etmiştir.
Pavlus’a göre kadın, Tanrı’dan insana doğru giden hiyerarşide en sonda yer almaktadır. “Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır.”
(Korintoslulara I. Mektup, 11/3)
Kadının başını örterek ibadet etmesini söyleyen Pavlus’a göre başını örtmeyen kadının başı tıraş edilmelidir. Aksine erkek, başını örtmemelidir. Pavlus’a göre, erkeğin başını örtmemesi, onun Tanrı’ya benzemesi ve yüceliğindendir. Bunun nedeni ise, kadının erkekten yaratılmış olmasıdır. Erkek başını örtmemeli; o, Tanrı’nın benzeri ve yüceliğidir. Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Kadının erkek için yaratıldığını belirten Pavlus, buna dayanarak kadının başı üzerinde de yetki sahibi olduğunu söylemektedir. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı.
Pavlus, duaya ve ibadete kadının başı örtülü olarak katılması gerektiğini vurguladıktan sonra, yine aynı mektubun sonraki bablarında, kadının toplu yapılan dualarda söz almasına da karşı çıkmaktadır. Bu durum, Kilise tarafından kadının Kilise’de vaize olmayacağı sonucunu doğuracaktır. Pavlus’un bu konuda o kadar ileri gitmektedir ki, topluluk içerisinde kadının konuşmamasını ve “uysal olmasını” istemektedir. Kimi Hıristiyan ilahiyatçılar, “kutsal topluluk” içerisinde konuşmaması gerektiği sonucuna varmış ve dini konularda kadınların hem hizmet vermesini ve hem de söz söylemesini kabul etmemiştir.” Kadınlar toplantılarınızda sessiz kalsın. Konuşmalarına izin yoktur.”
Korintoslulara I. Mektup, 14/34)
Pavlus için ideal kadın, “bilgi sahibi olmayan” bilgilenme konusunda “kocasına bağımlı olan” toplantılarda konuşması ayıp olduğu için susan, sessiz bir varlıktır. Kutsal Yasa’nın da belirttiği gibi kadınlar uysal olsunlar. Öğrenmek istedikleri bir şey varsa, evde kocalarına sorsunlar. Çünkü kadının toplantı sırasında konuşması ayıptır.
Hıristiyanlık’ta bekarların zinası günahtır, fakat cezası yoktur, hükmünü kabul ederler. Eğer zina edenlerden birisi evli ise bu bir suçtur, ahdi bozma suçudur, cezası karşı tarafın mahkeme huzurunda boşanma talebidir. Hatta kadın, zina eden erkekten tazminat alabilir. Fakat bu boşanma davası işlememektedir. Çünkü yine Hıristiyanlık kanunlarına göre taraflardan hiç biri hayatı boyunca evlenemeyecektir.
Bekir Topaloğlu, “İslam’da Kadın” s. 201-202, Alıntı: Tefsir Suret’in-Nur, s. 44-45; Servet Armağan, age, s. 68
Hıristiyanlık, Ruhbanlık anlayışıyla aile hayatını fiilen haram kılmış, nikahlı dahi olsa kadın erkek ilişkisi kötü telakki edilmiş ve iffet anlayışına ters görülmüştür. Rahipler için, değil evlenmek, bir kadının yüzüne bakmak bile günah kabul edilmiştir. Nitekim bir kimse Rahip olmak istiyorsa, eşini terk etmek zorundaydı. Kadınlar için de bu geçerliydi. Yani evli iseler kocalarından ayrılmalıydılar. Çünkü bir kadın Hz. İsa (a.s) uğruna bakire kalır ve ömrü boyunca evlenmezse, onun artık Hz. İsa (a.s)’in gelini olacağını ve o kadının annesinin de Hz. İsa (a.s)’in kayınvalidesi olma şerefine erişeceğini söyleyerek bakireliğin önemi vurgulanmıştır.
Yahudiler, kadını “necis” olarak görürlerdi. Eve hapsedilir, kaplara ve elbiselere bile değmesi önlenirdi. Onu alınıp satılan mal olarak telakki ederlerdi. Tevrat’ta: “kadın ölümden de tehlikelidir. Allah indinde en iyi kişi ondan korunandır. Erkekler içinde binde bir olsun Allah’a layık olan bulunur, ama kadınlar arasında asla!” Özürlü ve kısır kadınlar kötülüklerin her çeşidine maruz kalırlardı. Evlilik satın almayla, rıza alınmadan yapılır ve boşanma hakkı sadece erkeğe aitti. Bir adam evli bir kadınla zina ederse, her ikisi de şehrin meydanına getirilip taşlarla öldürülür. Eğer erkek bu işi cebren yaptıysa sadece o öldürülür, kadına dokunulmaz.
(Bekir Topaloğlu,“İslam’da Kadın” s. 201, Alıntı: Tevrat, Tesniye, 22/22, 25)
İslam’dan önceki birçok dinde ve kültürde kadının, hem insan olarak hem de haklar ve ödevler bakımından erkeğe nispetle ikinci sınıf bir varlık olarak kabul ve birçok haktan mahrum edildiği bilinmektedir. Cahiliye Araplarında da kadının durumu farklı değildi; ana, eş, kardeş ve çocuklar olarak kızlar ve kadınların hakları erkeklerin istek ve keyiflerine bırakılmıştı, dilediklerini verir ve dilediklerini alırlardı. Hz. Ömer (r. a) bu tarihi gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Cahiliye devrinde biz kadınları bir şey saymaz, hesaba katmazdık; bu durum Allah’ın onlar hakkında ayetler indirmesine ve kendilerine bir takım haklar vermesine kadar devam etti…”
Müslim, Talak, 31; Prof. Dr. Hayrettin Karaman, “İslam’da Kadın Hakları ve Kocaya itaat-I” Konulu Makale)
Erkeklerin bir derecelik fazlalığına rağmen kadınların da erkeklerinkine denk, yani benzer haklarının bulunduğunu”bildiren Ayet (Bakara, 2/229) o günün dünyasında eşi bulunmaz bir “insan hakkı” kuralı ve “kadın hakları vesikası”dır. Hakları ve ödevleri birer birer saymak yerine, bir genel çerçeve veren bu Ayette yer alan üç kayıt, kadın haklarının mahiyeti, derecesi ve değişme kabiliyeti açısından büyük önem arz etmektedir:
1- Kadın, haklar bakımından erkeğe eşit değildir. Her ikisinin hakları arasındaki nispet, “benzerlik ve denklik”tir.
2- Nasların değişmez kıldıklarının dışında kalan haklar ve ödevlerin değişim ve dengesi sosyal şartlara ve kamu vicdanındaki meşruiyet ölçülerine göre ayarlanabilecektir.
3- Haklar ve ödevler karşılaştırıldıkları zaman erkeklerin haklarında bir derecelik fazlalık bulunduğu görülecektir. Bu kayıtları biraz daha açmak gerekirse;
a- Ferdin topluma, toplumun da örgütlenme ve düzene ihtiyacı vardır. Örgütler büyükten küçüğe kurum ve kuruluşlar, düzen de ilişkileri düzenleyen kurallardır. Devletten aileye kadar bütün kurumlarda düzen bir yönetimi, yönetim ise yöneten ve yönetilenlerin karşılıklı hak, ödev ve sorumluluklarının belli ve dengeli kılınmasını gerekli kılmıştır. Kadını ve erkeği ile bütün insanlar insanlıkta eşittir, insanlığa bağlı haklar ile yükümlülüklerde de eşittirler. Yönetimin ve düzenin gerektirdiği iş bölümüne ve farklı rollere gelindiğinde eşitlik yerine “denge, adalet, hakkaniyet, ehliyet, kabiliyet” gibi değer ve kriterler devreye girer. İslam, insan ve kul olmaya bağlı haklar ve ödevlerde kadınlarla erkekleri eşit kılmıştır. Kadınların insanlık ve kullukta erkeklerden aşağı derecede veya geri olduklarını ifade eden bütün söylemler ya dini kaynakları bakımından sahih değildir, yahut da yanlış anlaşılmış ve yorumlanmışlardır. Kurumlar ve toplum içindeki farklı rollere bağlı haklar ve yükümlülüklere gelindiğinde ise kadınlar ile erkekler arasında eşitlik değil, dengeli ve erkek hakkının misli olma ölçüsü vardır. Eski sosyo-ekonomik ilişkilerden bazı örnekler vermek gerekirse kadın ekmek ve yemek pişirirken kocası da alet ve malzemeyi temin edecektir, kadın çocuğuna bakarken, kocası rızıklarını temin edecektir, kadın kocasına sadık kalırken kocası da ona sadık kalacaktır. Karşılıklı iyi geçinmek, iffetleri korumak, geçimsizlik halinde hakeme başvurmak, aile idaresinde ve çocukların yetiştirilmesinde danışma ve işbirliği gibi konularda ise eşitliğe yakın hak ve ödev benzerliği vardır.
İslam, kadını ahlaki bir temelde anlatmaktadır. İslam, hak ve hukuk ihlali olursa ve sorun olunca müdahale etmektedir. İslam öncesi yaşamı tamamen yok etme yerine, düzeni hak ve adalet temelinde yeniden düzenlemektedir. Düzenin aksayan yönlerine yönelik emirler getirmektedir. Bugün hak mağduriyetinin ihlalini önlemeye yönelik mutlaka evlilik kurumu bir belgeye dayandırılmalıdır. Bu belge ciddi anlamda kadını güvende tutmaktadır. Tarafların birbirlerine karşı hak ve görevlerini güvence altına alan bir akitin şahitler huzurunda ilan edilmesi ile evlilik kurumunun başlatılması olgusu İslam’ın da onayladığı bir işlemdir. Bazı sembolik değer yüklenen ritüellere önem verme açısından resmi nikahın yanında imam nikahına yönelme olmaktadır. Sanki resmi nikahta bir eksiklik varmış gibi bir kanaat toplumda mevcuttur. O halde gemi kaptanı ve muhtara da bu konuda verilen nikah kıyma görevi, devletin bir memuru olan müftülere de tanınması halinde sorun kendiliğinde ortadan kalkmış olur. Ayrıca kadının kendisini bir hak ihlali varmış gibi topluma sunması, yeni roller talep etmesi ve önlerinin açılması gibi istekleri aile kurumuna olan bağlılığının sarsılmasını beraberinde getirebilir.
b- Nasların sabit kılmadığı hak ve ödevlerin takdiri ile değişme ve gelişmesinde dinin hakem kıldığı ve rol verdiği bir meşruluk ölçütü de “ma’ruf”tur. (Ma’ruf: Bozulmamış fıtrat, olumsuz bir şekilde şartlanmamış akıl, dinin temel amacı ve nasları çerçevesinde oluşan, gelişen ve gerektiğinde değişen değerler, kurallar, telakkiler, kabuller ve geleneklerdir.)
Kadının birden fazla erkek ile aynı zamanda evli olması caiz değildir; bu kural hem değişmez dini naslarla sabittir ve hem de ma’ruf ölçütüne uygundur. Ama karı ile kocanın ev içinde ve dışındaki rollerinde–ma’rufun değişmesine paralel olarak değişiklikler olabilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) damadı Hz. Ali (r.a) ile kızı Hz. Fatıma (r. anha) arasında rolleri dağıtmıştır. Su taşıma, ev temizliği, ekmek ve yemek pişirme vb. iç işleri Hz. Fatıma (r. anha), dış işleri ise Hz. Ali (r.a) yapsın, demiştir. Bazı fıkıhçılar bu taksimin bağlayıcı ve devamlı olmadığını, ma’rufa göre değişebileceğini ifade etmişlerdir. (Ibn-i Kayyim, Zadu’l-me’ad, V, 186)
İslam’ın geldiği yıllarda yaşanan bir başka değişme ve gelişmeye de Hz. Ömer (r.a) şöyle işaret etmektedir: “Biz Kureyşliler, kadınlarımıza hakim bir topluluk idik. Medine’ye gelince orada, kadınları erkeklerine hakim bir toplum yapısı bulduk, bizim kadınlarımız da onlarınkinden bunu öğrenmeye koyuldular… Bir gün eşime kızdım, baktım bana karşılık verip itiraz ediyor, ben buna tepki gösterince eşim, “Sana karşı çıkmamı niçin yadırgıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber (s.a.v)’in eşleri de ona itiraz ediyorlar, hatta bazıları sabahtan akşama kadar ona küs bile kalıyorlar” dedi, derhal gidip kızım Hafsa’ya sordum, o da bunu doğruladı…”
Müslim, Talak, 34
c- Erkeklerin haklarındaki bir derecelik üstünlük “aile reisliği” ile ilgilidir. Koca hem ailenin geçimini sağladığı, hem de aileyi temsil, koruma ve yönetme bakımından daha uygun bulunduğu için ailenin reisi kılınmıştır.
İslam, kadın erkek arasında adalet anlamında eşitlikle geldi. Kadını saygın bir yere oturttu. Kadının şanı yüceldi. Haklarına eksiksiz ulaştı, faziletli ve salih insan bilindi. Erkeğe her konuda, her yetki ve sorumlulukta denk sayıldı. O da erkek gibi mal mülk sahibi olabilir, ticaret yapar alıp satabilir. Şeraitin koyduğu kurallara uymak şartıyla hepsini yapar. Okuması ve hayatında gerekli olanları öğrenmek hakkıdır. Düşman baskısı olursa o da dinini korumak için hicret eder. O da rızası ve tercihine göre evlenebilir. O da erkekten nafaka ve öbür haklarını talep edebilir. Boşanma talebinde bulunabilir. Yani hakları çiğnendiği takdirde onun da kocasından, babasından kardeş ve evladından miras alma hakkı vardır. Alım-satım ihtiyaç halinde çalışma, sadaka verme, hibe etme, vasiyet ve icra yetkisi vardır. Allah Resulü (s.a.v)’e karşı ihsanı meşru muameleyi ve hatasına karşı sabır tavsiye etti. Buna karşı büyük mükafat ve sevap vaat etti.
İslam dini cahili sistemlerde kadını saplandığı zillet batağından kurtararak izzetin zirvesine ulaştırmaktadır. “Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır.”
(Hucurat, 49/13)
Üstünlük takvadadır. Takvalı kim olursa olsun üstün sayılmıştır. Bizde ise maddi güce sahip olan erkeğin üstün olduğu göz önünde tutulmuş, ama İslam bu görüşü yıkmaya çalışmıştır. Üstünlük takvadaysa ve Allah’ın ayetleri herkese şamilse ve kadın da sakınıyorsa meleklerin derecesine hatta daha üstüne çıkabilir demektir. Sakınmayan erkek nasıl olurda sakınan kadından üstün olabilir? İnsanlar ister kadın olsun ister erkek takvaları ölçüsünce değerlendirilirler ve hak ettikleri değerleri onlara veren İslam’dır. Allah’a en yakın olan kimse en çok korunan kimse demektir. Allah’a göre akıllılığın değeri takva ölçüsüncedir. İster erkek, ister kadın her ikisinin de çabasının sonucu kendisinedir. Kim çalışır iyi bir kul olma yolunda adım atarsa, Allah ayırım yapmaksızın her ikisinden de kabul buyuracaktır. “Müslüman erkekler ve kadınlar, mü’min erkekler ve kadınlar Allah’a itaat eden erkekler ve kadınlar, doğru olan erkekler ve kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkeler ve kadınlar… İşte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.”
Ahzab, 33/35
Kadına yapılan zulüm ve işkence, onu aşağılayan her türlü sözlü ve fiili sataşma, onu hor ve zelil görmek, erkekten aşağı görmek, ona hakaret etmek velhasıl kendisine yapılmasını istemediğini kadınına yapması ve layık görmesi bunların hepsi cahiliye davranışlarının kalıntılarıdır. Kur’an-ı Kerim ise bu tür davranışları şiddetle yermiş ve hesabının sorulacağını açıkça beyan etmiştir: “Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;”
(Tekvir, 65/7)
“Erkeklere kazandıklarından bir pay olduğu gibi kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.”
(Nisa, 4/32)
Ayetiyle erkeklerle arasındaki farkı kaldıran İslam, diğer yandan da kadınlara görüş belirtme ve oy verme hakkını tanımaktadır. Veda hutbesinde Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizler üzerinde hakları vardır. Ben size onlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Onlar size Allah’ın emanetleridirler.” Emanete yapılan hıyanetin sorgusu elbette olacaktır.
Genel olarak bakıldığı zaman İslam öncesi devirlerde hemen hemen bütün dünyada kadınların durumu hiç de iyi değildi. Özellikle Arap yarımadasında kız çocuklar, hor ve hakir görülür, bir utanç vesilesi olarak kabul edilirdi. Öyle ki, bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman çoğu defa yaşamına bile izin verilmez, diri diri toprağa gömülürdü. İslam öncesi Cahiliye devri Arapları birbirlerini ancak iki şey için tebrik ederlerdi. Birisi erkek çocuk sahibi olduklarında, diğeri ise kız çocukları öldüğü zamandır.
(Muammer Turan, “İslam ve Kadın” s. 13-14)
Böylece, kadınların manevi değerini yücelten Hz. Muhammed (s.a.v), onlara, öylesine geniş haklar tanıdı ki, Fransa gibi bugünün bazı ülkeleri bile, hala bu hakları tanımak cesaretini gösterememişlerdir.(Ahmet Ağaoğlu, “İslamiyette Kadın, Çev. Hasan Ali Ediz, Alıntı: Ernest Renan, “Etudes d’histoires Religieuses, s. 29 bu satırlar 1900 yıllarında yazılmıştır.)
Ayrıca bir erkek pek çok kadınla evlenebilir, ne zaman isterse hanımını tekrar tekrar boşayabilir, istediği zaman ona geri dönmek suretiyle de ona karşı ne kocalık görevini yerine getirir ve ne de bir başkasıyla yuva kurmasına imkan verirdi. Yine bir erkek, babası öldüğü zaman üvey annesiyle evlenebilirdi. Kadınlar alınıp satılan köle muamelesi görürler ve babalarının mirasını almaktan bile mahrum bırakılırlardı. Kadın, çocuk doğurmadıkça aileye kabul edilmez ve çocuk sahibi olmadan ölse kocasına başsağlığı dilenmezdi. Ortaçağ Avrupa’sında bile kadınlar hakkında acaba insan mıdır? Yoksa insan değil midir? tartışmaları yapılırdı. Budizm’in kurucusu olan Buda, kadınları dinine girmeye kabul etmezdi. Eski Yahudi inancında kızlar babalarının evinde bile hizmetçi gibi kabul edilir, başka bir varis olduğu taktirde babalarının mirasını alamazlardı. Eski Çin’de kadın insan sayılmaz, ona isim bile verilmez ve 1, 2, 3, …. diye numara verilerek sayı ile çağrılırdı.
(Muammer Turan, “İslam ve Kadın” s. 14-15, Alıntı: Bekir Topaloğlu, “İslam’da Kadın” s. 17)
İngiltere’de 11. yüzyıla kadar kadınlar kocaları tarafından satılabiliyorlardı. Kadınlara uygulanan büyük haksızlıklar çok uzun yıllar devam etmiş, kadın erkek eşitliği batı dünyasında ilk defa 1789 beyannamesinde yer almış, bütün dünyada ise ancak 10 Ocak 1948 tarihli “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi” ile ilan edilebilmiştir.
(Muammer Turan, age, s. 14-15 Alıntı: Servet Armağan, Temel Hak ve Hürriyetler” s. 49-50)
Bütün bunlara rağmen kadınlar siyasi hakları bakımından İngiltere’de 1928, Fransa’da 1946, İsviçre’de 1970 ve Türkiye’de bile 1935 yılından önce seçme ve seçilme hakkına sahip olamamışlardır.
Muammer Turan, age, s. 14-15, Alıntı: Servet Armağan, age, s. 50
Bir hayvan kadar değer görmeyen kadını İslam yüceltti ve ona azamet ve insanlık makamını bağışladı. Ortaçağ zihniyetinin taşlaşmış kalp yığınları arasında toprağa gömülen kız çocuğunu, bir meta gibi alınıp satılan kadını, günümüzün ağızlarından salya akıtan materyalist maddiyatçı patronlarına cariye yapan kadını, Fransız devrimiyle yeni bir statiko arayan ama aradığını bulamayan kadını, yeniden erkeklerin patronlaşmasına ve onların ürettiği şeylerin tüketimi için reklam firmalarının kapılarında sürünen bir paçavra haline getirilen kadını, çalışması lazım, kadın evine hapsolmamalı diyerek kendine ucuz işçi bulma peşinde olan materyalist patronları zenginleştirmekten öteye geçmeyen kadını, evet günümüz kadınını İslam yüceltmiş ve “Cennet, annelerin ayakları altındadır.”
(Nesai, Cihad, 12)
diyerek, kendisine en büyük manevi değeri vermiştir.
Abdullah İbn-i Mes’ud, Hz. Muhammed (s.a.v)’e, kiminle beraber bulunması, kime hizmet etmesi gerektiğini sorunca, Hz. Muhammed (s.a.v): Üç kez “Annen’e” dedikten sonra, “Baban’a” demiştir. (Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)
Cennet, annelerin ayağı altındadır.”
(Nesai, Cihad, 12)
diyen dinimiz, kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir.
İslam’ın ilk şehidi Sümeyye (r. anha)’dır.
İlk Müslüman olan da Hz. Hatice (r. anha)’dır.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyu kızı Hz. Fatıma (r. anha) ile devam eder.
Hz. Ebu Bekir (r.a)’in kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kur’an-ı Kerim; Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a) dönemlerinde onlarca yıl bir kadının yanında kalmıştır.
O dönemde ise Hıristiyanlar, bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı konusunu tartışıyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de Nisa, yani kadınlar, Müntehine, yani imtihan edilen kadın, Mücadele, yani mücadele eden kadın, Meryem, Hz. İsa (a.s)’in annesi gibi sure isimleri vardır.
İslam’da herhangi bir şeyi uğursuz saymak, herhangi bir eşyayı veya olayı kötüye yormak tamamen yasaklanmıştır. Bir şeyi uğursuz saymak, kötüye yormak büyük günah olarak nitelendirilmiştir. Eşya ve olaylar Allah’ın izniyle oluşur. Herhangi bir eşya veya olaya uğursuz nazariyle bakmak, Allah’ın rahmetinden ümit kesmektir. Bütün bu nedenlerden dolayı İslam’da kadının uğursuz sayılması kesinlikle doğru değildir. Bu konuda delil olarak gösterilen Hadis konusunda Hz. Aişe (r. anha) diyor ki: “Peygamber böyle söylemedi. Ancak cahiliye Arapları, “atta, kadında ve evde” uğursuzluk sayarlardı, dedi.”
Ebu Davud, Tıb, 24
Mü,’min kadınlara en kalbi saygılarımla…
Mehmet Bozkurt, Eğitimci, İlahiyatçı Araştırmacı Yazar