“Zügürtlük” Gazeli
Şeyh Galib denilince kalem ehli ya da edebiyata müştak insanların çoğunun aklına eminim ki “Hüsn ü Aşk” mesnevisi gelir. Hani “mecazi” bir aşk hikayesinden hareketle, türlü alegoriler kulanılarak, “aşk-ı hakiki” olan “ Mutlak Maşuk”a vasıl olmanın hikâyesi var ya; işte o eser. Meselenin daha fazla “derun”una inen “kalp ehlince”, yazıldığı lisanın farklı olduğu “Mem ü Zin” mesnevisi ile mukayese neticesinde bedihi kanaatlere ulaşılabilen manzum hikâye.
Öyle bir hikâye ki anlatılanların çoğunda az çok biz varız. Bütün insanlar dahil, siz de ateşten bir denizi mumdan gemilerle aşmak zorundaki “Aşk”a ne çok benziyorsunuz. Bir başka benzetmeyle, zamanın “dağlar vari” dalgalarına atılmış, yetmemiş etobur bir balık tarafından mideye indirilmiş, üstüne üstlük bir de gecenin zifiri karanlığınca yutulmuşsunuz. Misaldeki nebi bir yana, bu hâlinizle bile “Hüsn ü Aşk”ın başkahramanına dönmüşsünüz.
Geçenlerde bir antolojiyi karıştırırken, 17. yüzyılın bu geç kalmış “şaheser” sahibinin, Kastamonu mahalli ağzıyla yazılan bir gazeline rastlayınca gözlerime inanamadım. Gazel’deki mevzu hem “güncel” hem de oldukça ironikti. Birinci beyti şöyleydi gazelin:
“Koycek bize gardaş duman atdurdu züğürtlük
Kokden pılıyı pırtıyı satdurdu züğürtlük “
Bilinir; Şeyh Galip mutasavvuf ve İstanbul’da, sarayın himayesinde yetişmiş bir şair. Anadolu’yu da tanımadığını sanırdım, yanılmışım. Kastamonu ağzıyla aruz vezinli bir gazel yazdığına göre, bulunduğu muhitteki Kastamonulu insanları iyi tahlil ve müşahade ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Gazel’deki mezkur ilk beytinde, Kastamonu’nun köylerinde yaşayan bir köylü ağzıyla, çok samimi bir üslupla ve “sehl-i mümteni” denen bir “sünuhat” ile şunları söylüyor Şeyh Galib: “ Fakirlik bütün köylü olarak bize duman attırdı, perişan eyledi. Öyle ki bu fakirlik, hepimize neyimiz varsa –pılıyı pırtıyı- sattırdı.
Anlaşıldığına göre “şairimiz” ya da “şeyhimiz”, Anadolu köylüsünün dertlerine tercümanlık yapar gibi görünerek, kendisinin de “sıkıntı” içinde olduğunu ima yoluyla dile getiriyor.
“Zarraflar inanmaz asanuflar söze ganmaz
Çok kimseyi gehr ile zıbartdurdu zügürtlük”
(Sarraflar bahane getirmekle kimseye inanmazlar, esnaf ise ne söylersen söyle kanmaz, ikna olmazlar. Fakirlik, pek çok insanı “kahr ile susturmuştur.)
Biz sadece içinde bulunduğumuz anları, Hoca Nasreddin’in hikmetiyle “Ye kürküm ye!” devirleri olduğu zehabındayız. Demek ki bu düşündürücü hazin hal, bütün devirlerde az çok yaşanmış. “Kahr” ile sözünden, “kahrolarak” manasını çıkarıyorum. Kelimenin ardından “susturmak” manasını çağrıştıran bir kelimenin kullanılması, bana bunu gösteriyor. Fakirlikten şikayet, Şeyh Galib gibi biri için sadece bu dünyadaki “saadet”e ulaşma vesilesinden olabileceğini sanmıyorum.
Şair’ göre “zengün iken” şan ve şöhreti “çanlar gibi” ses vermekteydi; zenginlikten fakirliğe geçişte ise, çevresindeki insanlar “bozguncu” diyerek “ağzımu kapatdurdu” sözüyle sessizliğe büründüğünü ifade ediyor.
“Zalt ben mi ya Gastammonlu da cıbır olduk
Dünyayı biribirine gatdurdu zügürtlük.”
“Zahire bakma” modası o kadar başını alıp yürümüştür ki “lafız-perestliğin bilinmez bir hastalık” olması gibi bir hal sarmıştır ortalığı; “ulema-i zahir”in açtığı yaralar gibi, “zügürtlük- zengünlük” farkını önplana alan bakış sahipleri de pek çok “kıymetli hakikatın”, “zayıf ellerde zayıf görünmesi” gibi bir “cinayet-i azime”ye ortak etmiştir insanlığı.
Gazel’in bütününü tekrarlayarak “ sohbeti” tamamlamak istiyorum:
“Bakkal gasap etmekci zokakda beni gozler
Taşra çıhman damda gapatdurdu zügürtlük
Gurtara Çalab alayımuz gastı gavurdu
Mal goymadı herkesde top atdurdu züğürtlük
Gaalib ne öküz galdı ne dombay ne bi eşşek
Kokden pılıyı pırtıyı satdurdu züğürtlük”