ÂŞIKLAR YOLU (2)
Zamanlardan bir zaman, bir kasabaya yolunu kaybetmiş ama ağlamayan bir çocuk geldi. Onu görenler iç çekip üzülüyorlardı. Üstü başı eskimiş, ayakkabıları yırtılmıştı. O küçücük ellerinde birşeyi sımsıkı tutuyordu. Derken görenlerden biri olan Tâlib onun durumuna üzülmeyi bırakıp yanına gitti. Halini sordu, derdiyle dertlenmeye çalıştı. Çocuk deli derya bakışlarla vakarlı (1) bir şekilde ona makul cevaplar veriyordu.
“Sahibimi arıyorum” dedi çocuk bir ara. Soru soran biraz ürkmüştü bu çocuktan. Onun gözlerinde bir deryanın şaha kalkmış dalgalarını seziyordu sanki. Tâlib iliklerine kadar hissetti kanının basıncını. Neden sonra beklenmedik bir hareketle çocuk elindeki kağıdı uzatıverdi Tâlib’e. Kağıtta “Aşk” yazıyordu. İkisi göz göze geldiler, o an Tâlip bu bakışmanın tesiri ile bayılıp düştü.
Gözlerini açtığında iki güzel kadın Tâlib’in başında duruyordu. Birşeyler konuşuyorlardı ama Tâlib anlayamıyordu bu konuşmaları. Başı çok ağrıyordu. Neydi bu yaşadığı acayip şey. Kadınlar onun uyandığını görünce çok sevindiler. Ayağa kalkmasına yardım ettiler. Ancak biri bir kolundan diğeri diğer kolundan çekiştirip duruyordu. Öyle asılıyorlardı ki neredeyse ortadan ayrılacağını zannetti Tâlib.
Kadınların sözleri şimdi anlaşılır gibiydi. Birbirlerine “Bu benim oğlum, bu benim oğlum” diyorlardı. İkisininde Tâlib’ten vazgeçmesi imkansız görünüyordu. Ancak Tâlib bu iki kadını hiç tanımıyordu. Onlar onu çekiştiredursun yolunu kaybetmiş çocuk karşısında yine dikilivermişti. Yine elinde bir kağıt parçasını sımsıkı tutuyordu. Kadınlar çocuğu görünce korkup kaçıştılar. Çocuk ona yaklaştı ve elindeki kağıdı uzattı. Kağıtta yazan bir nefesti: (2)
Sufilere sohbet gerek / Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek / Bana Sen’i gerek Sen’i
Tâlib kağıdı okuyunca yine başı döndü ve bayılıp düştü.
Uyandığında kasabanın mecnûnu Ramak Dede onun başını okşuyordu. Ve ona sevgi dolu gözlerle bakıyordu. Neden sonra Tâlib’e şöyle dedi:
“Dünya ve ahiret iki kuma gibidir, birini ne kadar hoşnut edersen, diğerini o kadar kızdırırsın.” (3)
Tâlib yaşadıklarının hikmetini anlamaya başlamıştı. Gördüğü iki kadın dünya ve ahiretti. Peki yaşadıkları neydi? Rüya içinde rüya mı? Yoksa o zamana kadar elde ettiği ilimlerin tasavvurunda tecessüm eden hayalleri mi? Ramak Dede derin bir nefes aldı ve tekrar konuştu: (4)
Ne yalana muhtaçsın/Ne de bir kandırana
Cân verene muhtaçsın!/Cân özünden vurana!
İster misin sahteyi?/Razı mısın talana?
Vermelisin sahneyi/Her zerreni yazana!
Neler yaşadın neler/Baksana bir ardına!
Önündedir mukadder/Vuslatın Yaradan’a!
Gittiğin dönülendir /Sanma vardın sonuna!
Aldığın verilendir/Hayal mimle varına!
Cebindedir kıyâmet/El at haydi bir cana!
Kovalıyor nedâmet/Çıkacaksın dîvâna!
Huzur; bekleyen çile/Dalmalısın ummâna!
Bir damla olsan bile/Ne mutlu o varana!
Tâlib ani bir hamleyle yerden kalktığında çocuk arkasını dönmüş yola revan olmuştu. Göz ucu ile Tâlib’e küçük bir bakış attı. Ramak Dede: “Zaman geldi” diyiverdi birden. Sanki Tâlib’i bir mıknatıs çekiyordu kalbinden. Yüreği şimdi gitmezse ezilecek gibi hissetti. Ardına bakmadan tüm beklenti ve hesaplarını gönül çıkınına aceleyle bastı. Ve yola düştü.
Yol kıvrıla kıvrıla bir aşağı bir yukarı uzayıp duruyordu. Tâlib vadinin manzarasını tüm çıplaklığı ile gösreten bir tepeye vardığında yolda yürüyen bir sürü insan ve önlerinde rehberlik eden bir sürü çocuk olduğunu farketti. Yolun yolcuları çeşit çeşitti, rengârenkti. Sanki yol buradan bakıldığında sonsuzluğa doğru gidiyordu. O an kalbine düşen şu sözlerle (5) gözden kayboluverdi:
Bırakta toprakta bir izin kalsın/Oynasın çocuklar hayal çizerek
Umutlar dal bassın tohum hoplasın/Ağaçlar eğilsin “Selâm” diyerek
Kiminin niyeti yeşersin dursun/Kiminin elleri Öz’e dokunsun
Nihayet vuslatı hedefi bulsun/Âh ile gitmesin “Yandım” diyerek
Evlerin önünde bir kısık kandil/Denizler ölçüyor küçük iskandil
Gözyaşı silemez oldu şu mendil/Aşkına düşende “Öldüm” diyerek
Bulanlar bildi mi nedir temâşâ?/O zaman gerek yok serde telâşa
Bırak git sevdalar olsa kargaşa/Başına konan var “Gönül” diyerek
En kalbî muhabbetlerimle…
Naci Özsoy / Bitlis Eren Üniversitesi
1 Vakar: Sükûn ve hilm, yada sakîn ve halîm olmak. El-İsfehâni, Müfredât, Pınar Yayınları, İstanbul, 2012, s. 1582.
(“Size ne oluyorda Allah için vakarı uygun görmüyorsunuz.” Nuh, 71/13.)
2 Yunus Emre (Bana Sen’i gerek Sen’i) nefesi
3 Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Ter. Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yayınları, İstanbul, Cilt 3, s. 204, (Söz Hz. Ali (k.s)’e aittir.)
4 Özsoy, Naci, https://www.facebook.com/naciozsoy69, İnsan 41.
5 Özsoy, Naci, https://www.facebook.com/naciozsoy69, İnsan 47.