Kolumuzdaki Saat Zamanı mı Gösteriyor Yoksa İçimizdeki Boşluğu mu?
Lionel Messi’nin 900.000 dolarlık saati sadece bir aksesuar mı, yoksa hepimizin içine düştüğü modern bir varoluş çıkmazının simgesi mi?
Aslında hepimiz, her gün kendi lüks saatlerimizin peşinden koşmuyor muyuz?
Düşünün!
İş görüşmesinde taktığınız o marka kravat, sosyal medyada paylaştığınız tatil fotoğrafında masada ‘gözlüğün’ yanında görünen lüks araba anahtarı, hatta kahve fincanına yazdırdığınız özel isim…
Hepsi aynı sessiz çığlığın farklı tonları…
“Ben buradayım! Değerliyim! Farklıyım!”
Bu çığlık, tarihin en eski felsefi sorularından birine dokunuyor.
Sahip olmak, var olmak mıdır?
Antik Yunan’ın bilge filozofu Epikür, “Zenginlik doyumsuzdur; sınır yoksa mutluluk da yoktur,” diyerek asırlar öncesinden bizi uyarmıştı.
Peki biz, bu uyarıyı marka elbiseler, çantalar, saatlerle susturmaya mı çalışıyoruz?
Psikolojinin acımasız bir gerçeği var. Hedonik Adaptasyon…
Yeni aldığınız telefon sizi bir ay mutlu eder, sonra o ‘normal’iniz olur.
Messi’nin ilk lüks saati onu muhtemelen çok heyecanlandırmıştı. Şimdi ise aynı duygu yoğunluğunu yakalamak için 900.000 dolar gerekli ‘doz’ haline gelmiş olabilir.
Peki, asgari ücretle aldığınız ilk ayakkabının verdiği heyecanla, şimdi markalı için ödediğiniz paranın verdiği geçici tatmin arasında, ödediğiniz bedel kadar büyük bir mutluluk farkı var mı?
Gerçekten 10 kat daha mı mutlusunuz?
Burada Fransız düşünür Baudrillard’ın ‘simülakr’ teorisi devreye giriyor: Artık nesnelerin işlevi değil, temsil ettiği anlam satın alınıyor.
Messi’nin saati ‘zamanı’ göstermez; ulaşılmaz bir statüyü, küresel elitliği ve bir kültürel ikon olduğunu gösterir.
Ancak bu gösteri, bir tuzağa dönüşebilir. Lüks tüketim, çoğu zaman içimizdeki boşluğun sesini bastırmak için kullandığımız gürültülü bir sessizliktir.
Danimarkalı filozof Kierkegaard’ın ‘kaygı’sı tam da burada yankılanıyor. Başarı ve zenginlik zirvesindeki birey, kaçınılmaz olarak “Bunun anlamı ne?” sorusuyla yüzleşir.
Messi’nin saati, belki de bu varoluşsal kaygıya verilen bir yanıttır: “İşte başardığımın kanıtı!” Ama kanıtlanan ne?
Başarı mı, yoksa başarının bile doyuramadığı bir ruhsal açlık mı?
Herhangi bir yerde kıdem atladığınızda hissettiğiniz o kısa süreli sevinçten sonra gelen “Peki, şimdi?” duygusunu hatırlayın!
36 milyonluk saat, modern dünyanın trajik paradoksunu somutlaştırıyor. Maddi bolluk, ruhsal doyum anlamına gelmiyor.
Sosyolog Veblen’in ‘gösterişçi tüketim’ dediği bu davranış, bir yalnızlıkla mücadele yöntemine dönüşebilir. Bir milyonerin devasa malikânesindeki boş koridorlarda yankılanan ayak sesleri…
Zenginlik mekânı doldurabilir, ama peki ya ruhu?
Belki de çözüm, Antik Yunan’daki iki zaman kavramını anlamakta yatıyor: Chronos (kronolojik, niceliksel zaman) ve Kairos (nitelikli, anlamlı an).
900.000 dolar, Chronos’u satın alabilir. Peki ya Kairos’u?
O; bir çocuğun içten gülüşünde, sevdiklerinizle kurduğunuz derin bir sohbette veya hiçbir şeyi ‘kanıtlamanıza’ gerek kalmadan, sadece ‘var olabildiğiniz’ o nadir anlarda saklı.
Öyleyse kendimize soralım!
Sahip olduklarımız bizi mi tanımlıyor, yoksa biz onları mı?
500 liralık saatiyle tam vaktinde, sevdiklerinin yanında olan biri, 900.000 dolarlık saatin getirdiği yalnız statüden daha ‘zengin’ olamaz mı?
Ve en önemlisi, siz, ‘görünmez yalnızlığınızı’ hangi nesnelerle doldurmaya çalışıyorsunuz?
Peki siz, kolunuzda hangi ‘zamanı’ taşıyorsunuz?
Chronos’un ağır işleyen çarklarını mı, yoksa Kairos’un bir daha gelmeyecek o sihirli anını mı?