İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (1)
Dini inancı olmayan kimselerin hakikatten nasıl uzaklaştıklarını, küfür hastalığına karşı bir “koruyucu hekimlik” yapabilmek adına öğrenmemiz elzemdir.
Okullarda Kimya, Fizik, Matematik, Biyoloji, Coğrafya gibi pek çok konu neden-sonuç ilişkisi bağlamında öğretilir. Böyle bir eğitimden geçerek okul okuyan pek çok kimse, hayatıyla ilgili pek çok konuda, neden? sorusunu sormaya alışır. Dinle ilgili konularda da, neden? sorusunu sormaya başlar. Aslına bakarsanız, tahkikin artmasını sağlayan bu durumda bir sorun yoktur.
Okullardaki dersler, neden-sonuç ilişkisine müdahil bir Yaratıcıdan söz etmediğinden taklidi iman, akılda oluşan sorulara karşı zorlanmaya başlıyor. Evrendeki neden-sonuç ilişkileriyle hiçbir şekilde irtibatlandırılmayan Yaratıcı, “yokmuş gibi” varsayılarak natüralist bir eğitim veriliyor. Asıl sorun buradadır. Taklidi imana sahip bir çok kişi, bu şekilde bilim anlatılması vesilesiyle Yaratıcıya ihtiyaçlarının olmadığını, yalnızca sebeplerle işlerin döndüğüne inanmaya başlıyor.
Günümüzdeki kadar çok okuyan ve çok sorgulayan bir neslin olmadığı bir dönemde bile Maturidi, taklidi imanın caiz olmadığını belirtmiştir. Günümüzde ise bu söz, daha çok önem arz ediyor.
Okula başlama çağına gelmemiş çocuklarda bile Allah’ı niye göremiyoruz? ve Allah niye bizi herhangi bir sıkıntıya sokuyor? gibi sorular olabiliyor. Akıllardaki bu sorular, öğrenebilmek için gayet fıtridir. Fakat bu çocuklar, ebeveynleri tarafından makul cevaplar alamadan büyüyor ve birer yetişkin oluyor. Fıtrata uymayan durum ise budur.
Sorularına makul cevaplar alamadan büyüyen çocuklar, günümüzdeki mevcut eğitim sistemine tabi tutulmalarıyla, özellikle liselerde ve üniversitelerde natüralist felsefe inancına göre bilimi öğrenerek, azıcık var olan taklidi imanları sarsılıyor.
Böylece bu kimseler, “Bilim, her türlü işleyişi nesnel nedenleriyle açıklıyor, bilimin içine inancı sokmayın” demeye başlıyor. Halbuki evrendeki her türlü işleyişin metafizik/beşinci boyut olmadan, nesnel nedenlerle gerçekleştiğini kabul etmekte bir inançtır. Ama bununda bir inanç olduğu okullarımızda öğretilmiyor. Bu inanç, bilim kisvesi altında objektiflik ve nesnellik olarak eğitim sistemimizde lanse ediliyor.
Zigotun oluşması, rüzgarın oluşması, yağmurun yağması, Güneşin doğması, yaprağın düşmesi gibi faaliyetlerde görülen sebep-sonuç ilişkilerinde, sonuca etki edenin mutlak olarak “sebepler” olduğuna dair bir inanç olan natüralist felsefe, bilimin içerisine sokuşturulmuştur. Yaratıcıya hiçbir ihtiyacın olmadığı algısı zihinlere zerk ediliyor.
Maalesef bilimin içine sokuşturulmuş bu batıl inanç, okullarda öğrencilerin bilinçaltına nesnellik ve objektiflik olarak sunulmaya devam ediyor. Okullarımızda bu şekilde bir natüralist inanç ile bilimsellik kılıfı altında, ateizm ve deizm propagandası yapılıyor.
Mesela, Kimya ve Fizik derslerinde kütlesel korunumu yasası, batıl yorumlar eşliğinde gencecik dimağlara, “Var olan şey yok, yok olan da var edilemez.” inancını aşılıyor.
Kütlesel korunumu yasası, kimyasal tepkimeye giren maddeler ile ürün olarak çıkan maddelerin kütlesinin birbirine eşit olduğunu kabul eder. (X+Y=Z+T)
Bu yasayı naturalist inançlarıyla yorumlayanlar, kimyasal tepkimeye giren ile çıkan atomların toplam kütlesi birbirine eşit olduğundan, kütlenin durumunun yeniden düzenlenebilir olduğunu, herhangi bir yaratılma ve yok olmanın olmadığını dile getiriyor.
Böylece natüralistler bir Yaratıcıya ihtiyacın olmadığını vurguluyor. Taklidi imanı olan-olmayan pek çok öğrenciye, natüralist eğitim sistemi bu inancı aşılıyor. Taklidi imanı olan ve ibadetlerini yerine getirmeyerek taklidi imanı azalan kimselerin bu gibi mantıklı gözüken yalanlara inanması maalesef kolaylaşıyor.
Şu an ve her zaman, herhangi bir yaratılmanın olmadığına dair bir batıl inanç, natüralist eğitimle zerk edilerek, hayata müdahil olmayan bir Yaratıcı anlayışı aşılanıyor. Deizm ve ateizm propagandası yapan bu eğitim sistemimiz, “bilinçli tasarımcı”nın olduğunu vurgulayan bir eğitim sistemine dönüştürülmelidir.
Bir varlığın oluşumunda rol alan ve cansız atomların bir araya gelmesinde gözlemlenen nedenlere etki eden bilinçli bir kudret ve tasarım olmasaydı, bunca sanatlı canlı varlık meydana gelebilir miydi?
Bu sene ortaya çıkarılan milyonlarca bitki, meyve, sebze geçen sene yoktu… Aynı toprak, su, güneş, havadan; rengi, kokusu, tadı, vitamin değeri birbirinden farklı olarak bu nimetler var edildi. Nimetin var edilmeden önceki atomlarının kütlesiyle, nimetin var edildikten sonraki kütlenin eşit olması, yaratılmanın olmadığını göstermez.
Birbirinden faklı maddelerin bir araya getirilerek, kendisini oluşturan maddelerden bambaşka bir şeyin şeyin var olması, bilinçli bir tasarıma ve yaratılmaya delalet eder. Bir odundan tadı, rengi, kokusu hoşumuza giden meyvelerin çıkması, tüm zamanlarda yaratılışın hakikat olduğuna güzel bir örnektir.
Suyun içerisinde hidrojen ile oksijen atomları bulunmaktadır. Bu atomların birliktelik oluşturabilmesi, her iki farklı atoma ait protonların, birbirinin kütlelerini tutmasıyla ancak mümkün olur. Bu iki farklı atomdaki protonların, birbirlerinin kütlelerini tutabilmeye imkan oluşsa dahi, elektronlarının elektrik yükleri birbirinini tutmazsa, su diye bir yaşam kaynağı oluşamaz. Ama nedense cansız, ilimsiz, kudretsiz elektrik yükleri birbirlerine tutturuluyor. Aksi halde su gibi zaruri bir nimet var olmayarak, “yok” olarak kalmaya devam ederdi. Anlaşılan, bilinçli bir var eden ve dilerse yok eden bir aşkın varlık var.
Bitkilerin zamanla dağılan maddelerinin toplam kütlesi doğada korunuyor olsa dahi, daha önce var olan bu bitkiler artık ortada yoktur. Bitkilerin yok edilmesi söz konusudur. Natüralist bakış açısıyla kütle korunumu yasasını yorumlayanlar ise, yok oluşu kabul etmiyor. Kendisini oluşturan parçalara ayrılan bitkilerin, dağılan maddelerinin halen doğada var olmasından yola çıkarak, bu bitkilerin yok olmadığına dair akla ziyan bir görüş, savunulmuş oluyor. Böyle bir görüş, maddi gözü ve akıl gözünü hiçe saymaktır. Çünkü daha önce var olan bitkiler artık yok olmuştur.
Bu sene oluşan milyonlarca bitki, meyve, sebze dahi, zaman içinde elementlerine kadar ayrılarak, dağılarak ortadan kayboluyor.
Kütlelerin korunumu olmasaydı, bilim adamlarına göre evrendeki düzen bozulurdu. Evrendeki düzeni sağlaması için toplam kütlenin korunuyor olması, herhangi bir varlığın henüz yokken yaratılmış olduğu gerçeğine halel getirmez. Bir düzen içinde maddelerin bir araya getirilmesi, bir düzen içinde yokken var edilen (yaratılan) canlı-cansız nimetlerden söz edebilmemizi sağlar.
Yaratılmış maddelerin, tamamen yok olmaması yani kütlelerinin korunuyor olması, El-Hafiz (Muhafaza eden) isminin delilidir. Fakat yaratılmış canlıların (bitkilerin, hayvanların, insanların) zamanla doğada parçalarına ayrılarak, bir düzen içinde ortalıktan yok olmaları, intizamlı ve ilimli bir Yaratıcıya işaret eder.
Kütlesi korunan atomların bir araya getirilerek, bir varlığın oluşturulmasında gözlemlenebilen neden-sonuç ilişkisinde “neden”e etki edenin ne olup, olmadığını bilim, yüzyıllardır açıklayamadı. Nedenlere etki eden bir Yaratıcı olmasaydı; yağmurlar, bitkiler, ağaçlar, insanlar, hayvanlar her daim oluşamazdı. Demekki birbirlerinden farklı atomlarla yepyeni varlıklar oluşturularak, faal bir Yaratıcı tarafından hayata müdahale edilmiş olunuyor.
Kütlesel korunumu yasası, “Einstein’in Madde ve Enerjinin Birlikte Sakımı Kanunu” şeklinde, bilim çevrelerince bir düzeltmeye uğramıştır. Çünkü Einstein, İzafiyet teorisinde maddenin yoğunlaşmış enerji olduğunu, enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşebileceğini bilim dünyasına kabul ettirmiştir. (E=mc²)
Dolayısıyla madde, enerjiye dönüşmüş miktarı kadar kütle kaybına zamanla uğrayabilir.
Fakat eski bir kabul olan, düzeltilmeye uğramış ve tamamen doğru olmayan kütlesel korunumu yasası, ders kitaplarında hesaplamalarda kolaylık olsun diye bahsedilmektedir. Bunu fırsat bilen natüralizm felsefesi, büyük bir yalana hizmet ediyor. Öğrencilere, “Var olan şey yok, yok olan da var edilemez.” diye bir batıl inanç halen ders kitaplarında aşılanıyor.
Suat Altınbaşak