İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (3)
MEB kitaplarında evrenin ve canlıların oluşumu halen doğaya bağlanıyor. Laboratuvar ortamında deneylenemeyen evrim inancı hala bilimsellik maskesi altında, yalan bir nesnellik iddiasıyla kitaplarda yerini koruyor. Üniversitelerde yaratılma hadisesi bir hipotez olarak değerlendirilirken, evrim ise teori olarak sunuluyor.
Evrim konusunda derin araştırmalar yapan bilim adamları, insan beyninde herhangi bir evrimleşmenin olmadığını, her hücrenin mühim görevi olduğunu, kusursuz yaratıldığını söylüyor. İnsan beynindeki hücreler bilgiyi algılıyor, yorumluyor, mühim işlerin çıkmasında rol alıyor. Bu gibi hikmetli, düzenli, mühim işlerin çıktığı insan beyni, başıboş ve rastgele oluşmuş olamaz.
İnsanın yaşamı için gerekli olan beyin nimetini veren merhamet, beyin nimetini hangi referansla kullanacağını öğreten bir kullanma kılavuzu (ilahi kitap) göndererek, insanı sahipsiz ve başıboş bırakmamış olur.
Maalesef ders kitaplarında, evrenin ve tabiattaki her işleyişin kendiliğinden olduğu, herşeyin başıboş olduğu yönünde materyalist bir evrimci dil kullanılıyor.
Ateizme ve deizme giden yolların taşları döşeniyor. Bilimsel bir hakikat olmayan, pek çok ülkede yasaklanan evrim teorisi argümanları, ders kitaplarımızda materyalist ifadelerle mutlak doğruymuş gibi lanse ediliyor. İslam’a bağlılığı istenilen düzeye ulaşmamış gençler, ders kitaplarındaki evrim argümanlarına yakınlaşmaya başlayabiliyor. Sonraki süreçte akıllarına küfre sokacak bazı sorular düşmeye başlıyor. Cevapları bulamayan ve çok yakın bir Allah inancının öğretilmediği bu kimseler, uzak bir Allah inancının kalplerinde oluşturulması nedeniyle, Yaratıcının gönderdiği dinden ve Yaratıcıdan iyice uzaklaşmaya başlıyor.
Evrim propagandası ve materyalist dil, ilköğretimdeki ders kitaplarında dahi halen yer alıyor. Allah’ın varlığını, birliğini, isim ve sıfatlarını yok sayan bir evrimci anlayışla, ders kitaplarında materyalist ifadeler yer alıyor.
2. Sınıf Hayat Bilgisi Kitabı’nda, “Doğada birçok olay kendiliğinden belli bir düzen içinde oluşur. Doğa ve olaylar bu düzenin sağlanmasında etkilidir” sözleriyle inançsızlık aşılanıyor. Aynı hayat bilgisi kitabında “Cansız varlıkların bazıları doğada kendiliğinden bulunur” yorumu batıl bir inançla aşılanıyor.
Evrimci görüşe ders kitaplarında çoğu kez dikkat çekiliyor. Mesela, Fen Bilimleri 3. Sınıf kitabında, “Canlılar kendiliğinden doğada bulunur” diye belirtiliyor. Aynı kitabın farklı sayfalarında, “Dağ, ova, orman, çayır, akarsu kendiliğinden bulunur”, cümlesine yer veriliyor.
Fen Bilgisi kitaplarında azımsanmayacak ölçüde, bu tür evrimci görüşe ait cümlelere yer veriliyor. Evrendeki faaliyetlerin yaratıcı tarafından yapıldığı inancı, tarafsızlık olmadığı düşüncesiyle, ders kitaplarında bahsedilmiyor. Halbuki tarafsızlık olarak sundukları natüralizmin ve evrime ait görüşlerin tarafını tutarak, tarafsızlık yalanını empoze etmeye çalışıyorlar.
Evrim konusunda araştırma yapan bilim adamları, canlı türlerinde kusursuzluk ve mükemmellik yoksa, günümüzdeki var olan canlılardan daha önceki canlıların, bazı canlı türlerinin doğada kendiliğinden evrimleşme sonucu meydana geldiği görüşünü belirtir. Aynı bilim adamları, eğer günümüzdeki canlı türleri eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir üstün akıl tarafından yaratılmış olmaları gerektiği görüşüne değinir.
Evrim teorisi olarak nitelenen batıl görüşün önde gelen savunucularından Richard Dawkins, sözde teori olan evrime çok büyük darbe vuran Kambriyen hakkında şu itirafı yapmaktadır:
“Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız gruplarını bulduğumuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir şekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler. Tabii ki bu ani ortaya çıkış yaratılışı savunanları oldukça memnun etmektedir” [1]
Canlı türleriyle ilgili bugüne kadar yapılan araştırmalarda, hiçbir ara geçiş formu ortaya çıkmadı, evrimin bu konudaki yorumu ispat edilemedi.
Her canlı türünün müstakil olarak yaratıldığını gözlemleyebiliyoruz. Her insan, anne karnında tek hücreli bir zigottan başlayarak doğum anına kadar intizamlı değişiklikler yaşar. Ademoğlunun, anne karnındaki geçirdiği tekamül süreci gözlemlendiğinde, gelişiminin her noktasında genetik yapısı insandır. Hiçbir noktada genetik yapısı değişim göstermez. Her canlı türü için yapılan bu tür gözlemlerde, her canlının müstakil olarak var edildiği hakikati, aynı şekilde ortaya çıkar.
İnsanın yaratılırken tekamülü bir seviyeye kadar getirilip, müstakil olarak var edildikten sonra, çevre şartlarına göre bambaşka bir canlı türünün oluşmaması, nedenselliğin bir bilinci ve gücü olmadığını gösterir. Çünkü nedensellik, üstün bir hikmete, ilme, kudrete boyun eğmiş durumdadır. Nedenselliğin hakim bir konumda olmadığını basitçe anlayabiliyoruz.
Ey insan! Ellerin, ayakların ve vücudunun her azası şu anki gibi, doğduğunda büyük değildi… Her zaman değişmekte ve yaşlanmaktasın… Başlangıcın bir hücre değil miydi? Seni bir hücreyken, ilim ve kudretiyle halden hale sokarak, seni insana dönüştüren kimdir? Bunu her an tabiat, yasalar veya sebepler mi yapıyor diyeceksin? Yoksa en rasyonel 4.ihtimal olan El-Alim, El-Hakim olan bir Yaratıcının her an yarattığı hakikatini mi kabul edeceksin?
Canlılar her zaman halden hale sokularak değiştirilmektedir. Ama kendi cinsi ve yapısı El-Hakim, El-Hafız ile her an korunmaktadır. Her tavuk, civcivlikten geçerek birçok şekil ve yapı kazandırılmasıyla şu anki haline dönüşüyor. Fakat yine tavuk halinde kalmaya devam ediyor. Pek çok canlı gibi insanda tek hücreyken, türlü hallerden hikmetle geçirilerek en itidal noktaya getiriliyor. Her insanın kendi cinsi ve yapısı, er-Rahman, El-Hakim, El-Hafız isminin tecellisiyle her an korunmaktadır.
Herhangi bir canlının mükemmelliğe ve kemale ermesi için geçirdiği tüm değişiklikler tekamüldür, evrim değildir.
Evrimcilerin batıl yorumlarındaki gibi bir canlıdan cinsi, yapısı bambaşka bir canlı oluşmuyor. Dünyadaki yapılan gözlemlere ve araştırmalara göre, adetullahın işleyişi böyle bir yapının olduğunu kanıtlamıyor.
Evrimcilerin, evrime delil gösterdikleri mutasyon, DNA’da yer alan bilgilerle ilgili bir durumdur. Canlılardaki her bir işleyişi her an var eden bilinçli bir tasarımcı var. DNA’daki yer alan bilgilere göre mutasyon da olsa, mutasyonu yapan bilinçli bir tasarımcıdır. Mutasyonun bir ilim ve hikmetle yarar sağlanmasından dolayı, mutasyonun rastgele olmadığını hemen idrak edebiliriz.
DNA’daki bilgilerin sebep kılınarak, mutasyondan dolayı bazı değişikliklerin düzen içinde ve hikmetle olması Yaratıcının her an faal olduğuna çok önemli bir delildir.
Bilim adamları, farelerin bulundukları zeminin rengine uyum sağladıklarını belirtiyor. Bu uyumu, fareler sağlayamaz. Yaratıcı, farelerin genetiğine daha önce işlemiş olduğu bilgilerle, farelerin bulunduğu zeminle renk uyumunu sağlar. Böylece farelerin hayatiyetlerinin devamını sağlamış olur.
Farenin bulunduğu zeminle ilgili bu renk uyumu için yaratılan mutasyon fareden bambaşka bir canlıyı meydana getirmez. Böyle bir mutasyonun geçmişte ve şu anda olduğuna dair hiçbir delil bulunamamıştır. Dolayısıyla uzak bir Yaratıcı inancına sahip kimselerin ve inançsızların iddia ettiği “kötülük problemine” kanmış kimselerin, dini inançsızlığı seçebilmesini sağlayacak bir argüman burdan çıkmaz.
Bir elinize canlı çiçek alın. Bir elinize de yapma çiçek alın. Yapma çiçeği yapan, kudret ve ilim sahibi bir varlık mıdır? Elbette… Canlı çiçek, yapma çiçekten çok daha hayret verici ve mükemmeldir. Bu canlı çiçek, anlık bir ilahi müdahale nedeniyle Güneş ve suyla temas halinde gelişebiliyor, meyve verebiliyor. Bu muazzam çiçeği yapan, anlık olarak koruyan ve yaşatan bir ilim ve kudret sahibi bir aşkın varlığın olması daha rasyonel değil midir? Meyve veren çiçekleri insana her daim hizmet ettiren, insanı başıboş bırakmış olabilir mi?
Akciğerlerimiz, atmosferdeki hava ile uyumlu olacak şekilde, intizamlı olarak dizayn edilmiş. Güneşi boşlukta tutan kim ise, Güneş ışınlarından faydalanarak cisimleri görebilen gözleri veren de aynı kudrettir. Dolayısıyla canlı ve cansız hiçbir şeyde ateizme ve deizme sürükleyen evrime bir dayanak çıkmaz. Ademoğlu tam bu noktada, hayatını neye göre yaşayacağını belirlemek için bir karar vermek zorundadır.
Fakat maalesef teori olarak ileri sürülen evrim görüşü, pek çok insanın ateizme ve deizme düşmesini ve düştüğü yerde kalmasını sağlayan önemli bir dayanak noktası oluyor.
Halbuki Yaratıcının nedensellikle hükmettiği hakikatini hiçe sayan evrime, darbe vuran somut bilimsel gözlemlere göre, elde edilen görüş şudur:
Solungaçların akciğerlere dönüşmesi, yüzgeçlerin bacağa dönüşmesi, kalp odacıklarının sayısının değişmesi gibi radikal değişikliklerin hiçbiri hassas sistemlerde bir bütün olarak ortaya çıkamaz.
Türlerin müstakil bir yaratılma ile var olduğunu, delilleriyle ortaya koyan bilimsel görüşleri dikkate almalıyız. Çünkü, biyoloji biliminin verilerine göre, kromozonların, genlerin genel yapısı farklı bir türe dönüşmez. Aksi halde hücredeki düzen bozulurdu ve bir düzenden bahsetmiyor olurduk. Bu durum, maddenin düzene mahkum edildiğini, bilinçli bir tasarımcının irade ve kudretiyle süreçlerin gerçekleştiğini gösterir. Evrene anlık müdahalelerde bulunularak, canlı-cansız varlığın yaratılıp, yönetildiğine işaret ediliyor.
Rahmetiyle kendisine şah damarından daha yakın bir zata inanmayan bir Deiste, Rahman’ın insanlıkla iletişime geçtiğine inandırmak çok zorlaşır.
Rahmet, adalet, hikmet, kudret ile evrene ve insana her an müdahil olunduğunu bilmeyen birinin kalbinde, evren ve insandan uzak bir Allah’a iman oluşur. Böyle bir inancı olan birinin, bir ömür Allah ve Resulüne ittibayı kabul ederek, ittiba edebilmesi manevi sünnetullaha aykırıdır. Böyle birinin, müslümanların kötü hallerini bahane ederek, Deist olduğunu söylemesi, daha önce kalbini deistçe bir yaşama hazırladığı hakikatini örtemez.
Natüralist bir anlayışla, türlerin nedensellikle var olduğunu dile getiren ateist evrimcilerin de, nedenselliğe bir güç atfederek, uzak bir Allah inancına sahip olmaları yadsınamaz bir hakikattir. Materyalist bir inanca hizmet eden evrimin, en mühim zehiri budur. Ateistlerin ve bazı Deistlerin “kötülük problemi” iddiası gibi, nedenselliğin gücü olduğu iddiası da inançsızlığa alet ediliyor.
Eğer nedenselliğin kendine has bir gücü, bilinci var ise, Allah’ın gücü ve bilinci (haşa) lüzumsuz konumuna sokulmuş olur. Eğer Allah’ın iradesi, gücü ve bilinci doğrudan nedenselliği oluşturan faktör ise her nedensellik, adetullahtır.
Evlilik sonrasında bir çocuk doğduğunda, çocuğun anne ve babası “bu çocuğu biz yarattık” demiyor. “Rabbim bize lutfedip, çocuğumuzu yarattı” diyor. Yaratıcının nedensellik (adetullah) ile anbean herşeye hükmettiğine inanan bir anne ve baba, nedenselliğin kendine has bağımsız bir gücü olduğunu kabul etmiyor. Çünkü, asıl faili biliyor.
Yasin suresi 41-42. ayetin de, insan eliyle yapılan geminin ve her bineğin Allah tarafından yaratıldığı öğretiliyor. Nedenselliğin bağımsız bir gücü olduğunu kabul etmeyen biri, insan gücüyle yapılmış herhangi bir bineğin, hakiki sebep olan Rahman tarafından yaratıldığını kabul eder. Çünkü gemiyi, uçağı, otomobili yapan insanın içindeki iradeyi, kabiliyeti ve akledebilme özelliğini kimin verdiğini bilir. İnsanın bir işi yapmayı tercih etmesi sonrası, o işin yapılabilmesi için gerçekleşen her fiili kimin yarattığını bilir.
Suyun kaldırma kuvvetini meselesini de böyle düşünmeliyiz. Evrenin ilk başlat düğmesine basılıp, ondan sonra evrendeki her işleyişin kanunlarla olduğu düşüncesi yerine, adetullah gereği nedensellikle evrene anlık müdahale edildiği hakikatini kabul etmeliyiz. Aksi halde determinist bir anlayışla, evren ve insandan uzak bir Yaratıcı anlayışı oluşur. Yaratıcı kendi koyduğu kanunları, (haşa) delemez gibi bir anlayış oluşur.
Rabbimiz, varlık aleminden bir anlığına kudretini ve iradesini çektiğinde, büyük bir kaosla evren dağılarak paramparça olur. Kur’an-ı Kerim’de geçen peygamberlerin mucizeleri, evrendeki faaliyetleri kanunların yapmadığını, an be an Malikü’l-mülkün fiiliyatıyla her şeyin olduğunu göstermektedir.
Evrimin yalanlarıyla bezenmiş natüralist eğitim sistemimiz; evren, insanlar, bitkiler, hayvanlar üzerinde nedenselliğin bağımsız bir gücü olduğuna bazı müslümanları inandırarak, uzak bir Allah inancını aşılıyor. Güç ve kuvvetin ancak Allah’tan olduğu hakikatinin unutturulduğu kimseler, akıl ve kalplerinde sarsıcı bir hengame yaşamaktadır.
[1] Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W. W. Norton, London, 1986, s. 229.
Suat Altınbaşak