ASALETİNİ KAYBEDEN İRFAN
Tarih; uzun, sessiz, karanlık, suskun ve kederli bir kabristandır.
Asırlar kumsalda oynayan çocuk. Bir asırda yapılan şatolar, kuleler bir sonraki asırda tepe takla. Tarih, sırları dökülen bir ayna. Bazen sisli ve Bulanık. Her güzel ve çirkin bu aynada izler bırakarak kaybolup gitti.
Tarih her dönemde kanlı bir mezbaha! İnsanlık, bu kanlı mezbahanın hem yapıcısı, hem oyuncusu ve hem de mağduru.
“İrfan; bir şeyin izini etkilerini tefekkür ederek ve derin düşünerek o şeyi idrak etmek.”
İrfan; akıl, inanç ve vicdanda bulunan bir cevherdir. İlim, bilgi, iman ve edep, irfanın temelini oluşturur. İrfanın tasavvufu yönü,; basiret, sezgi ve keşifle ilgilidir. tercihi ‘sevgi’ den geçmektedir. Sevgiyi; düşünce, tutum ve davranışlarında gösteremeyen kişilerin irfan sahibi olmaları mümkün değildir. Çünkü Bir düşünme biçimi, bir yaşama biçimini, bir yaşama biçimi de bir düşünme biçimini doğurur.
” İrfan düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime.
İrfan insanoğlunun Has bahçesi. Ayırmaz birleştirir. Bu bahçede bütün kinler susar, bütün duvarlar yıkılır, bütün anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, ön yargıların köleliğinden kurtulmaktır, ön yargıların ve yalanların. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, zekayı zirvelere kanatlandıran, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi, İrfan. Kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. İrfan, bir Tanrı vergisi, Cehidle gelişen bir mevhibe. Kültür, İrfan’a göre, katı, fakir ve tek buutlu. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Yani hem ilim, hem iman, hem edep.”
Hidayet ilahi bir lütuf! Bu lütfa mazhar olmayanlar, “İrfan Meclisi’nde yer bulamazlar. “İrfan meclisi”, insanın hakiki insan olmaya terfi ettiği bir meclis…
İnsanın Kemal’e ermesi ilimle değil, irfanla mümkündür. İlim bilir, irfan tanır. Bilmek, malumatfuruşluktur; tanımak ise, ateşde yanmak.
İlim, esyanın zihindeki suretidir. Buna ilmi “husuli” denir. İnsanın kendisini bilmesi ise, ilmi “huduridir.” Önemli olan, bilmeyi bilmek değil, bileni bilmektir. İlim maluma, irfan alime tabidir. İlmi huduride özne nesne ayırımı yoktur. Bilenle bilinen aynıdır. İlmi husuli vasıtalı, ilmi huduri vasıtasız ilimdir. Biri bilmektir, diğeri ise tanımak. Bilgin, kendi dışına, bilge ise kendi içine doğru yol alır.
İlim bilginin işidir. Bilmeyi bilmektir. Bu malumatın bilgisidir, değişebilir. Bilgenin ilmi ise, bileni bilmektir ve kendini tanımaya yoneliktir. Bakınız Yunus Emre;
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmekdür.
Sen kendini bilmezsin, yâ nice okumakdur.
Okumakdan ma’nâ ne kişi hakk’ı bilmekdür.”
Bilinene değil, bilene bak, bilen ise sensin. Sen kendini bilmezsen, bu bilme boş bir iştir, diyor.
Eğer kendini bilirsen bilmek tanımaya döner. İrfan işte budur. Aksi halde, okuyan kişi okuduğuna dalararak hep kendini unutur. kendini unutan nesnede kalır.
Kendini bilen, Rabbini bilir. Bilgideki bu merhaleyi daha sonra “Hakk’ı bilmek” takip eder. Zira biz insan olarak kendiliğimizden var olmadık. Bizi bir var eden var. Bu var edici Allah’tır.
İlim ise malumun bilgisidir. Değişkendir. Kişi bilmekten olmaya doğru gidemezse eksik kalır. Olmak için de önce kendi nefsinin farkında olması gerekir. Bir şeyin ilmi o şeyle irtibat kurmak, irfanı ise o şeyle dost olmaktır. Bu yakınlık elde edilmedikçe kişi dedikodu yapar durur. Bu sebeple, akademinin ilmi vardır; fakat irfanı yoktur.
Malumun bilgisiyle uğraşanlara bilgin, (alim) vasıtasız, değişmeyen bilgiyle uğraşanlara ise, bilge (arif)denir.
Alım bilir Arif tanır. Tanıma bir şeyin içine nüfuz etme, o şeyle hemhal olma. Her bilen tanımayabilir. Tanıma ve anlama meselesi bilme meselesinden ayrı bir şeydir. Tanıma ve bilme arasındaki ayrımı bilmeyen biri, ne bir şeyi tanıyabilir ne de bir şeyi anlayabilir; isterse tanınmış bir bilgin, büyük bir alim olsun. Bir kişi, bir kitap ya da bir fikir sistemi ile ilgili olarak, pek çok şey bilen, ama ne o kişiyi, ne o fikir sistemini, ne de o eseri tanımayan bir sürü insan vardır. Bu ikisi arasındaki ayrım bilinirse, bilme ve tanıma arasindaki fark da anlaşılabilir. Şöyleki, İslam alimlerinden kimileri İslam’ı tanımaktadırlar, kimileri ise İslam alimidirler; ama İslam’ı tanımıyor olabilirler. Tanımak, bir şeyin ruhunu kavrayabilmektir. Bir düşünürü bir sanatçıyı bilmek ve tanımak onun ruhunu hissedebilmektir. Bir yazarı bilmek başkadır, duygularını hissetmek başkadır. Duygularını hissetmek lçin onu tanımak lazımdır.
İnsanın Kemâl’e ermesi ilimle değil irfanla mümkündür.
İrfan, bulmaktır, kendini bulan tamamlanır ve tamamlanan kişi özgür olur.
Niyâzî-i Mısrî;
“Savm u salât ü hac ile zahit biter sanma işin İnsan-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş.” der. Olgun insan olmanın gereği irfana bağlıdır.
İrfan düşüncesi Anadolu ve İslam coğrafyasını sulayan bir ab- ı hayat. Bu kaynaktan kana kana içenler, insanlığın yüceliğine eriştiler. Asırlarca Anadolu’da yaşayan bu millet, irfan çilesinin ördüğü hayatların toplamıydı! Çilesiz hayat neye yarar? Çile yaşandığı zaman nağmeleşir, nurlaşır. Kazanmak, kazanmak diye azgınlaşan iştihalar irfan duygusunu anlayabilir mi?
Batı irfana yabanci. İrfanın vatanı doğu. Bütün dinler, kültürler bu coğrafyadan neşet etmiş. İnsanoğlu irfan sayesinde beşerden insanlığa yükselmiş. İrfan, iyiliğin, basiretin, feragatin yeşerdiği tarlaydı. İrfan suyu kesilince bu tarla çoraklaştı verimsizleşti.
İrfanımızı maziye bağlayan köprüleri berhava ettik. İrfan yok artık. İrfan asaletini kaybetti. İrfanın kemalâta ulaştırdığı insan parçalara bölündü. İnsan, kendini tanımaktan uzaklaşınca, yabancılaştı, yalnızlaştı, eşyalaştı. Eşyalaşan İnsan, artık kazanmanın dışında başka bir değer tanımaz ve hiçbir kutsalı önemsemez oldu. Merhamet, fedakarlık, diğergamlık, sehavet, yardım severlik duyguları, çıkarcılığın sisleri arasında kaybolup gitti.
İnsanlar, diğer insanlarla olan duygusal bağlarını ve ortak yönlerini keserken kendi içinde yalnızlık yaşıyor. Artık her insan diğer bir insanının “cehennemi” durumunda. Şahsi menfaatlerin temini arttıkça, toplum daha yüksek tüketime, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını ve tüketimlerini daha çok karşılamaya yöneldikçe ve yaşam kalitesini daha da yükselttikçe daha huzurlu ve hayata daha fazla bağlı olması gerekir; ancak, durumun bunun tam tersi olduğunu görüyoruz.
Bencillik ve egoizm duygusu yükselip geliştikçe irfan duygusu kayboluyor. Hiç bilmiyor ki, kazandığı zaferler kardan bir heykel kadar fani..!
Modern insan bir gafleti yaşamaktadır. bütün bilimsel ve teknolojik gelişmelerine rağmen yaptığı işler dolayısıyla irfandan uzaklaştı ve idrâk fukarası haline geldi.
Kısacası, vaktin çocuğu, zamana yenildi! Ve bencilleşti.
Asırlarca birbirine eklenip olgunlaşan irfani düşüncemizi yeniden gündeme taşımak, gönüllerde küllenmiş koru yeniden alevlendirmek herkesin asli görev ve sorumluluğu olmalıdır.