Terim olarak mucize kelimesinin ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin şekilde bilinmemekle birlikte erken devir alimlerinin eserlerinde yer almamakta ve terime IV. (X.) yüzyıldan itibaren rastlanmaktadır.
Eş‘arî ile Mâtürîdî’nin mûcize kelimesini dolaylı da olsa kullanmaları bunu kanıtlamaktadır (Ma?alât, s. 50). Kelamcıların mucize tarifinde bazı farklılıklar göze çarpar.
Mâtürîdî mûcizeyi “peygamberin elinde ortaya çıkan ve benzeri öğrenim yoluyla meydana getirilemeyen olay” diye tarif eder. Kadî Abdülcebbâr’a göre ise Allah tarafından yaratılan, nübüvvet iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu göstermeyi amaçlayan ve nitelikleri bakımından insanların benzerini getirmekten âciz bırakan olağan üstü hadisedir (el-Mugnî, XV, 199).
Delil veya ayet olarak gösterilen harikulade olayın karışıklığa sebebiyet vermemesi için bizzat iddia sahibinin doğruluğuna işaret edecek tarzda meydana gelmesi, ya doğrudan yahut dolaylı biçimde ilahî bir fiil olması, olağan üstü bir şekilde zuhur etmesi, peygamberlik iddiası ve tehaddî ile birlikte vuku bulması, peygamberin güvenilirliğini zedeleyecek bir şüphe taşımaması ve nübüvvet iddiasının ardından gerçekleşmesi gibi hususlardır.
Mucizenin özellikleri arasında iki temel husus öne çıkar. Birincisi ilâhî fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir; dolayısıyla herhangi bir kimsenin gösterdiği hârikulâde olaya mûcize denmez (bk. HÂRİKULÂDE; KERAMET).
İkincisi de mûcizenin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur etmesidir. Kur’an’da Hz. Sâlih, Mûsâ ve Îsâ’nın mûcizelerinden bahsedilirken meydan okuma özelliğine vurgu yapılması bunu gösterir. Ehl-i sünnet kelâmcıları da bu iki hususa dikkat çekmişlerdir (İbn Fûrek, s. 176-177).
Bundan dolayı meydan okuma amacı taşımadan peygamberlerden zuhur eden hârikulâde olaylar ayrıca ele alınmıştır.
Kelam alimleri, mucizeleri idrak edilmeleri açısından üç grup altında toplar. a) Hissî Mûcizeler. İnsanların duyularına hitap eden hârikulâde olaylardır. Bunlara tabiatla ilgileri sebebiyle “kevnî mûcizeler” de denir. Kur’an’da belirtildiğine göre hissî mûcizeler geçmiş peygamberlerin elinde ortaya çıkmıştır. Hz. Sâlih’in devesi (Hûd 11/64-68; eş-Şems 91/11-15), Hz. Mûsâ’nın asâsının yılana dönüşmesi ve elinin parıltılı bir ışık vermesi (el-A‘râf 7/107-108, 117-122; Tâhâ 20/19-22, 67-70), Hz. Îsâ’nın kuş şekline soktuğu çamuru canlandırması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirmesi (Âl-i İmrân 3/49; el-Mâide 5/110) gibi. Bunlar tabiat kanunlarını aşan ve Allah’ın müdahalesini gösteren ilâhî fiiller olup iradelerini kullananların iman etmesini sağlar. Hissî mûcizeler peygamberin yaşadığı zaman ve mekânla sınırlıdır. Sonraki nesillerin onları tasdik etmesi haberin bilgi kaynağı olmasıyla gerçekleşir.
İslâm âlimleri, Hz. Muhammed’e (ASM) verilen en büyük mûcizenin Kur’ân-ı Kerîm olduğu hususunda fikir birliği içindedir, ancak ona hissî mucizelerin verildiğini de kabul ederler. Kur’an’da yoruma açık birkaç tanesi dışında Resûlullah’a nisbet edilen hissî mûcizelerin hiçbiri tevâtür yoluyla sabit olmamıştır. Bu rivayetlerin hidayet mûcizesinden ziyade İslâm’ı benimsemiş kimseler için itminan verici nitelik taşıdığını söylemek daha isabetli görünmektedir.
Bunlardan bazıları da haberî Mûcizelerdir. Peygamberlerin Allah’tan gelen vahye dayanarak verdikleri gayb haberleridir. İsyankâr toplumların başlarına geleceğini önceden bildirdikleri felâketlerin aynen vuku bulması, Hz. Îsâ’nın muhataplarının evlerinde ne yiyip ne biriktirdiklerini haber vermesi (Âl-i İmrân 3/49), Resûl-i Ekrem’in Bizanslılar’ın İranlılar’ı savaşta mağlûp edeceğini (er-Rûm 30/1-4), kisrânın saltanatının yıkılacağını, İslâm dininin doğuda ve batıda yayılacağını (Buhârî, “Menâ?ıb”, 25) bildirmesi bu tür mûcizelerdendir.
Aklî Mûcizeler de şunlar: “Mânevî mûcize” veya “bilgi mûcizesi” diye de anılan bu grup, insanların akıl yürütme gücüne hitap eden ve onları rasyonel kanıtlarla baş başa bırakan gerçeklerden oluşur.
Bunlar düşünmekle algılanabilen hususlar olup hissî mûcizelerde görüldüğü gibi belirli bir zaman ve mekânla sınırlı değildir.
Peygamberlerin güvenilir, doğru sözlü, güzel ahlâk sahibi, merhametli olmaları, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaları, ilâhî mesajı bizzat uygulayıp insanlara örnek teşkil etmeleri, öğretilerinin erdemli bir toplum için vazgeçilmez ilkeler konumunda bulunması, tebliğ ettikleri vahiy ürünü metnin lafız ve muhteva bakımından erişilmez bir üstünlük taşıması gibi hususlar bu türün kapsamına girer (Râgıb el-İsfahânî, el-İ?ti?adât, s. 128-129; Nesefî, I, 492-535; Topaloğlu v.dğr., s. 176-180).İslam alimleri mucizeleri amaçları bakımından üçe ayırmıştır.
a) Hidayet Mûcizeleri. Tehaddî şartı çerçevesinde inkârcıların gözü önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur eden mucizelerdir.
Bu tür mucizeler insanların kanaatleri üzerinde etkili olup ön yargıdan uzak kimselere fayda verir. Hz. Sâlih’in devesi, Hz. Mûsâ’nın asâsı ile parıltılı eli, Hz. Îsâ’nın şifa mûcizesi ve Hz. Muhammed’in Kur’an mûcizesi bunlar arasında sayılır (el-Bakara 2/23-24).
Hidayet mûcizeleriyle hitap edilen toplum arasında yakın bir ilişki bulunur. Bu mûcizeler insanları fikir, ilim ve sanat açısından maharet sahibi oldukları sahalarda âciz bırakır; asıl hedefleri de peygamberin doğruluğunu kanıtlamak suretiyle ilâhî mesajın kabulüne zemin hazırlamaktır.
b) Yardım Mûcizeleri. İnananların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olarak zuhur eden ilâhî yardımlardır. Müminlerin yanında ve meydan okuma amacı dışında vuku bulan bu yardımlar hârikulâde bir özelliğe sahip olmakla birlikte klasik anlamda mûcizenin temel niteliklerini taşımaz. Bu tür fevkalâdelikler hemen her peygamberin hayatında görülür ve ona bağlanan müminlerde mânevî bir şevk ve itminan meydana getirir. Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğulları için Allah’ın emriyle kayadan su çıkarması (el-Bakara 2/60), gökten kudret helvası ve bıldırcın, kavminin gölgelenmesi için bulut getirmesi (el-A‘râf 7/160), Hz. Îsâ’nın gökten yiyecek dolu bir sofra indirmesi (el-Mâide 5/112-115), Bedir ve Hendek gazvelerinde meleklerin müslümanlara yardım etmesi (Âl-i İmrân 3/123-127; el-Ahzâb 33/9), çeşitli münasebetlerle suyun çoğalması ve yemeğin bereketlenmesi (Buhârî, “Menâ?ıb”, 25) bu türdendir. Kur’an’da bu nevi hadiseler “nusret” kelimesiyle ifade edilir (el-Bakara 2/214; Âl-i İmrân 3/123; el-Enfâl 8/10; et-Tevbe 9/25; er-Rûm 30/47). Ahmed b. Hanbel ile Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste (Müsned, II, 385, 434; Buhârî, “?Amel fi’?-?alât”, 7, “Me?âlim”, 35, “Enbiyâ?”, 48; Müslim, “Birr”, 7-8) üç çocuğun vaktinden önce konuşması olaylarını yardım mûcizeleri içinde mütalaa etmek mümkündür. Onlardan biri Hz. Îsâ, diğeri Cüreyc, üçüncüsü de Benî İsrâil’den bir kadının çocuğudur (DİA, VIII, 137-138). Ancak Îsâ’nın “beşikte bir sabi” iken konuşması olayı (Meryem 19/29) irhâs veya mûcize şeklinde nitelendirilebilirse de Cüreyc’e ait olanını keramet, Benî İsrâil çocuğunda tecelli edeni mutlak mânada hârikulâde türü içinde düşünmek gerekir. Bunların üçü de -Hızır kıssasında olduğu gibi (el-Kehf 18/65-82)- ilk bakışta kurallara aykırı gibi görünürse de iyi düşünüldüğü ve âkıbet göz önünde bulundurulduğu takdirde hayırlı oldukları anlaşılır. Bu tür fevkalâdelikler hem hidayet hem nusret özelliği taşımaktadır. İbn Kesîr’in yukarıdaki hadise dışında temas ettiği bazı fevkalâdelikler sahih rivayetlerle desteklenmemiştir.
Mehmet Nuri Bingöl
26 Ağustos 2022
0 Yorum
112 Görüntülenme
En Büyük Burhan Mucizeler – 1
tarafından Mehmet Nuri Bingöl
Terim olarak mucize kelimesinin ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin şekilde bilinmemekle birlikte erken devir alimlerinin eserlerinde yer almamakta ve terime IV. (X.) yüzyıldan itibaren rastlanmaktadır. Eş‘arî ile Mâtürîdî’nin mûcize kelimesini dolaylı da olsa kullanmaları bunu kanıtlamaktadır (Ma?alât, s. 50). Kelamcıların mucize tarifinde bazı farklılıklar göze çarpar. Mâtürîdî mûcizeyi “peygamberin elinde ortaya çıkan ve... Devamı