GURBETİN DİLİ YOK, GÖZÜ YAŞLI
-Deneme-
Gurbet, haritada bir şehir değildir. Bir ülkenin adı da değildir. Gurbet, insanın kendi yüreğinden ayrılmasıdır.
Bazen memleketinden uzakta bir yurt köşesindesin; bazen kalabalıkların ortasında, çocukluğunun seslerini ararken bir başınasın. Bir koku gelir burnuna — bir taş fırın ekmeğinin, annenin saçlarının ya da soba üstünde kaynayan tarhana çorbasının kokusu… O an anlarsın ki sen gurbettesin.
Gurbet, insanın içini kemiren bir hasret hissi… Ne kadar alışsan da, ne kadar evi yeniden kursan da, içinde bir boşluk kalır.
O boşlukta babanın “Dikkat et.” diyen sesi akseder duvarlara. O boşlukta, bir bilge dostunun sustuğu ama her şeyi anlattığı bakışı durur. O boşluk, bazen bir türküde, bazen bir sokak lambasında birdenbire açılır önüne.
Gurbet sadece uzaklık değil, zamanla da ilgilidir. Çocukluğunu bırakıp çıkarsın yola. Gençliğini, beraber mesai yaptığın bir büyüğü, bir dostu… Sonra sen dönsen bile, bıraktığın yerler çoktan değişmiştir. O köşe başındaki kahvehane artık kapalıdır, komşunun gülü solmuştur, çocukluk arkadaşın evlenip uzaklara gitmiştir. Anlarsın ki gurbet bazen daimi bir hâle dönüşür.
Ama gurbet öğreticidir. İnsan uzakta kaldıkça, kendi içinin kıymetini anlar. Köklerini sorgular. Kim olduğunu, nereden geldiğini, kime ait olduğunu düşünür. Gurbet, içinden geçerken seni yeniden yoğurur. Bazı parçalarını eksiltir ama bazı parçalarını da büyütür.
İnsanı en çok gurbet değil, gurbette unutulmak yaralar. Bir selam, bir mektup, bir telefon sesi… İşte o ses, gurbeti bir anlığına ev yapar. Çünkü biliriz ki asıl gurbet, kalpte başlar.
Ve insan, kalbine dönebildiği gün… gurbet sona erer.
Mehmet Nuri Bingöl