HEM ASİ HEM DE KIRILGANSIN SEN
Sahra’nın sıcak bağrında, ışıksız bir gecede, Hira yalnızlığında düşünce yağmurlarıyla hemhal iken aslında yükümsüz ve hükümsüzdün…
Ne oldu?
Bunca yük niye?…
Anladım ki; durgun bir ırmak yatağında, gecenin hem dingin hem ürkütücü koynunda, sessiz deli yüreklerin apansız çığlığı, coşkususun sen…
Paha biçilmez bir yükün hamalı lakin bükülmeyenisin…
Gel gör ki hem asi hem kırılgansın sen…
İbrahim’in makamına göz dikmiş, yüzün mihraba dönük, avama ters; asi ve emir şahsın sen…
Kırılganlığın içe dönük, kendini yerle yeksan etmeyi göze almış; dışarıya taşan asil ruhlu cengavere evren şahitlik yapmış…
Susamış yüreğini, /hiçbir yağmurdan nasibini almamış/ öz suyunla beslemişsin sen.
Bir başına toprak, güneş, su olmuş, tohumuna gübre salmışsın…
Yeryüzünde zarif, nahif ve endamlı bir çiçek olmak kolay olmasa gerek…
Gel gör ki; özüne inat olmuşsun işte!…
Maveradan gelen ses yüreğine umut olmuş, perkleştirmiş, her dem taze ve coşkun tutmuş onu…
Yüce arzularını ve umutlarını gecenin karanlığında kanat yapmış; ışığa uçmuşsun…
Gel gör ki; asi ve kırılgan olmuşsun…
Adın suya yazılmış, Hızır’dan önce menzile varmışsın. Anladım ki sen uzletin lezzetini tatmışsın…
Aşk tapınağının süveydasında insana dair ne varsa gergef gergef işlediğin gamla aslında kutsanmışsın sen…
Ey kendisine elçilik yükleyen yürek!
nasıl da tüm varoluşun üzerine abanmış, inşânın altında ezilmene rağmen güç kesilmişsin sınırlı gücüne inat…
Güç yetirilmeye görsün yüreğe; küllerini Hallac’ın külleri gibi havada tutuşturmayı kolluyorlar…
Gel gör ki; inat, başına buyruk ve asisin sen…
Yüreğin, yaşamın fakir ruhuna hiç değmemiş, taze ve nezih dimağın boyun da eğmemiş. Anladım ki; Meryem misali kendinden emin fakat çok yalnızsın sen…