Geçenlerde 20. Lem’ayı “döne döne” okuyanların içinde bulunuyordum. Baştaki ibare beni derin derin düşündürdü.
“Bu Lem’a lâakal her onbeş günde bir defa okunmalı.”
Düşündüm ki okumak için okuyucu, yani bir “kári” olmalı. Yani “ikra” emrini icra eden biri bulunmalı. İkra’nın mânasını bir tefsir, “anlayarak söylemek” şeklinde izah ediyor. Yani sadece harfleri seslendirmek ya da harflere sessizce bakmak değil. Hani Üstad Hazretleri’nin “Risaleleri gazete gibi okumayınız.” emri var ya, onun gibi bir okuma ameliyesinden bahsedilmiyor.
Aklıma sonra, ihlas sırrının; o ”külli hakikatın” cüzlerinin hepsinin sadece bu risalede olmadığı hatırıma geldi. 20. Lem’a-i İhlas var, Şefkat Tokatları Risalesi var, Desise-i Şeytaniyelerin anlatıldığı 29. Mektup var, Eskişehir Mektupları, Kastamonu Lahikası’ndaki mektuplar var, say sayabildiğin kadar.
Bunların bütününü belki 15 günde bir defa devretmek, günümüz insanına ağır gelebilir, ama en azından bir ayda bir tekrar hatırlamalı değil midir?
‘Gazete gibi okumama’ emri, Risalelerin bahsettikleri kadar bahsetmediklerine; talimat halinde sunduklarının yanında, uygun görmediği, yani “yapmayın” demediği beyanlarına da dikkat gerekiyor.
Hele ibarelerinin arasına ehemmiyetle yerleştirildiği halde, bizim ‘gaflet’ ya da “ehl-i tahkik” sıfatımızı bir anlık unutkanlıkla yele verdiğimiz vakitlerde okuyup geçtiğimiz inceliklere dikkat etmeme de, onun bir külliyat olduğundan gafletle hareketimiz gibi açığa düşürür bizi. Mesela;
“Hakikat nazarında sebeb-i adavet ve şerr olan fenalıklar, şerr ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in’ikas etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şerr işlese, o başka mes’eledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in’ikas etmek, şe’nidir. Ve ondandır ki; ‘Dostun dostu dosttur’ sözü, durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki; ‘Bir göz hatırı için çok gözler sevilir’ sözü umumun lisanında gezer.” (Mektubat, 264) beyanını çok insan görmüş, belki de onlarca defa okumuştur.
Bu “çok insan”tabirinin içine kendim de giriyorum elbet. Geçenlerde -onlarca yıl önce-, bu mâna yığını içinden bir cümle fosforluymuş gibi parlayarak dikkatimi çekti. ”Başkası ondan ders alıp şerr işlese, o başka mes’eledir.” cümlesiydi bu. Neden başka mesele?..
O kadar araştırıp ihlasla, uhuvvetle, meslekle, hayırhahlıkla alakalı ne kadar risale varsa; ayrıca risale word’de de aradığım halde, bu “başka mesele”nin ne olduğunu bir türlü bulamadım.
Geçenlerde Uhuvvet’de geçen bir Hadis-i Şerif’in manasını araştırıyor, Selef-i Salihin’den Müçtehidin-i İzam’ın hadise nasıl mâna verdiklerini incelemek için Hadis külliyatlarını karıştırıyordum.
Sünen-i İbn-i Mace’nin ilk cildinde buldum aradığımı. Risalede geçen Hadis, çok uzun bir hadis ibaresinin bir cümlesiydi.
“Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.” (Mektubat, s. 263)
Bahsedilen, Üstad’ın “Kur’an’ın tefsir-i hakikisi olan ehadis diye keyfiyetini izah ettiği ‘Fahr-i Resul ve Hatem-i Enbiya’ (asm)ın mübarek kelamının ‘icma’ halindeki şerhiydi:
Hadis’in baş kısmı bid’attan kaçınmayı emretmektedir. Daha sonra bitip tükenmek bilmeyen ihtirasların ve bunun sebep olduğu katı yürekliliğin önüne set çekilmesi için ölümün ve ahiret ahvalinin hatırlanması ve akıldan uzak tutulmaması istenmekte ve ebedi saadet ve şekavetin ana rahminde iken belirlendiğine dikkati çekerek bunu tefekkür etmek halinde katı yüreklilik ve aşırı ihtiras şöyle dursun, derin teessür duymanın ve akıbetten endişeli olmanın gerekliliğine işaret buyuruluyor. Daha sonra mü’minle döğüşmenin ancak kafirlerden beklendiği ve ona sövmenin de fısk olduğu kastedilemiştir. (Yani bu fiillerin küfrü mucip olduğu, ama her işleyenin kafir ya da fasık olmadığı murad edilmiştir.)
Hadis’in müteakip cümlesi müslümanın 3 güne kadar küs kalmasında cevaz veriyor. Sindî diyor ki:
Üç günden fazla küs kalmanın haramlığı yabancılar (yani ev halkından hariç olanlar) içindir ve küsmenin dini bir husustan dolayı olmaması şartına bağlıdır. Ev halkının te’dip ve terbiyesi için daha fazla küs kalınabilir. Şer’i delili de şudur: Resulullah (sav) bir ara bir ay müddetle hanımları ile konuşmadı. Keza dini bir konudan dolayı küs kalmak için bu süre esas değildir. Mesela dine aykırı davranışlarından dolayı terk edilen müslüman, o kötülüğü bırakmadıkça ona küs kalınabilir. Bunun şer’i delili de şudur: Tebuk savaşına özürsüz katılmayan üç sahabi, 50 gün süre ile Peygamber (sav)’in emri ile diğer sahabiler tarafından terk edildiler. Nihayet tevbeleri Allah Teala tarafından kabul edilince onlarla konuşma izni verildi.
Birisi ile konuşulduğu ve temas kurulduğu takdirde ondan dini yönden veya dünya bakımından zarar geleceğinden endişe duyan müslümanın ondan uzak durması ve kaçınması alimlerce caiz görülmüştür.
Hadis’in son kısmı da yalancılığın her çeşidinden sakınmayı, bunun kişiyi fenalıklara ve dolayısıyla cehenneme sürüklediğini belirtmekte ve doğruluktan ayrılmamayı, zira onun da insanı hayırlı işlere yönelttiğini ve bu sayede cennette kılavuzluk ettiğini bildiriyor. (Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 74)
Hadis metnini ‘külli mânası’ nı düşününce, burada ‘buyurulan’ bütün hakikatların İhlas’la alakalı metinlerin şiddetle bizden istediği esaslar olduğunu anlayınca, Üstad’ın bize külli bir hadis metnini, değişik eserlerde damla damla verdiğini; ‘alim-i mürşit’ in kuzularına süt verdiği gibi fıtri bir vaziyetin misalini de verdiğini, Risale-i Nur’un bir “İslam Külliyatı” olduğunu söyleyen Sezai Karakoç’un ne kadar haklı olduğunu takdir ettim.
Herhalde umum dostan da böyle düşünüyordur.
Mehmet Nuri BİNGÖL