Hira’sını Arayan Varlık
İnsan
Her yönüyle şaşırtıcı varlık
Uçları yaşama fırsatının yanında
Denge çabasıyla tanınan
Doğarken ölümle nişanlınan..
Eşrefi mahlukat, Esfelessâfilin
Ünsiyet kuran, yolu nisyana uğrayan
Hakikatin Taliplisi, Maskelerin Bekçisi
Kendi Hira’sından kaçan, Ötekinin Meskenine Dadanan..
Her asırda olduğu gibi günümüz asrında da gün ortasında elimizde fenerle aradığımız şey öz benliğimiz yani kendimiz ve insandır.
Tekâmül yolculuğunda her bir fert bu arayışında kendisini ele veren yeni yönleriyle ve çevresinin insanlık seviyesiyle tanışır. Tanışma sonrası bireyi varacağı menzile yakınlaştıran şeyler; değişim ve dönüşüm tercihi, sorumluluklarının icrası, istikrar ve istikamet üzere yürüyüşüne devam etmesidir.
Bakın kendinize, bakın en yakınım dediklerinize türlü türlü kumaşta karakter ve insan göreceksiniz. Envai çeşit kumaşlardan çıkan ürünlere, muamelelere, yol yürümelere, davranışlara bakın; her şey, insan kumaşının kalitesinde düğümleniyor. Hayatın her alanında yaşanılan problemlerin temeline indiğinizde, karşınıza çıkan konu hep aynı: İnsan kumaşının kalitesi.
Nitelik mi nicelik mi çabası..
Kimisi niteliğini önceler bu yolculukta kimisi niceliğini..
Hakperest olan, vicdan mekanizmasını tevhide uygun işletenler görecektir ki işin niceliğine yönelik değişiklik, hiçbir şeyi halletmiyor.
İnsan; kumaşının kalitesini girdiği, gittiği, ulaştığı her zamana ve zemine her sineye her gruba kalitesini ya da kalitesizliğini de taşıyor. Kumaş kalitesi düşük insanı nereye koyarsanız koyun oranın da kalitesini düşürüyor ve ahlakını bozuyor.
İster ticarete ister hayatınıza ister siyasete isterseniz bilmem hangi işin, kurumun başına getirin bütün bu alanların da kalitesini düşürüp ahlakını bozacaktır.
İnsan faktörünün kalitesini artırmak için öncelikle insanı iyi tanımak gerekmektedir.
Bir yazarın ifadesi ile;
“İnsan” sözcüğü iki köke atfedilir: Birincisi “ilişki kurmak, yakın olmak, tanış ve biliş olmak” anlamlarındaki “ünsiyyet”; ikincisi “unutmak, terketmek, sırt çevirmek” anlamlarındaki “nisyan”.
Ünsiyet, insanın “insanî/yüce” yanını;
Nisyan ,insanın “hayvanî/cüce” yanını gösteren pozitif ve negatif kutuplar.
Kur’an’da yer alan bir ayet bu iki kutba şöyle işaret eder.
(Tîn Suresi 4. ve 5. Ayet): “Gerçek şu ki, biz insanı ahsen-i takvim üzere yarattık; sonra onu aşağıların en aşağısına ittik.”
İnsanın “ahsen-i takvim” üzere yaratılması, yücelmeye elverişli bir donanıma sahip olması anlamını taşır. Bir başka ifadeyle “kapasitesinin sınırlarına dayanma” imkanına sahip özel bir varlıktır insan. Dahası, insanın kapasitesi durağan ve sabit bir çizgi değil, ufuk çizgisi gibi yol kat ettikçe genişleyen, üzerine vardıkça önünüzü sonuna kadar açan dinamik bir imkandır.
İnsan, kapasitesinin yürüdükçe genişleyen ufuklarına “ünsiyet”le uzanır. Ünsiyet, öncelikle insanın “kendisiyle tanışması”dır. Buna siz “insanın kendisini keşfetmesi” de diyebilirsiniz. Kendini keşfeden yaratılışıyla uyumlu ve barışık yaşar.
Kendisini merak etmeyen hiç kimse kendisini keşfedemez; kendisine aldırmayan, kendisini ciddiye almayan kimse ise kendisini merak etmez. İnsanın kendisini keşfetme süreci bir iç yolculukla mümkündür. Bir tür kendi “Hira’sını” yaşamasıyla mümkündür.
Hira’nın sancısına tahammül etmeyen, doğarken nişanlandığı ölümü hangi takat ile karşılar ki?
Kendisini tanıyan, sınırlarını tanır, anlamını kavrar, haddini bilir, rolünü bulur. Sınırlarını tanıması, insanın en büyük iki problemini çözmesinin de ilk adımıdır. Sınırlarını tanıyan, kendi sınırlılığını ve Allah’ın sınırsızlığını tanımış olur. Allah’ın mutlaklığını tanımanın en kestirme yolu kişinin haddini bilmesidir.
Allah karşısında acziyetini itiraf eden insana düşen, kayıtsız şartsız teslimiyettir ve “İslam” da budur.
Bu insanın ezeli problemlerinden “güvenlik” probleminin çözümü için atılmış en doğru adımdır. Bu adım, aynı zamanda “özgürlük” problemini de çözer, çünkü sınırlarını bilen insan eşyaya, dünyaya ve dünyalığa tutkun olmaz. Dünyanın ve dünyalıkların kendisini esir almasına izin vermez.
İnsanın hayvani/cüce yanını ifade eden “nisyan”, tam anlamıyla insanın kendi kendisine yabancılaşmasıdır. Kendiyle tanışmayan, kendisini keşfetmeyen, kendisine karşı yabancılaşacaktır. Kendisine karşı yabancılaşan hakikate karşı yabancılaşacak, dolayısıyla mutlak hakikat olan Allah’a karşı yabancılaşacaktır. Allah’a karşı yabancılaşan hayatında Allah’ı kaybettiği için hayatın “anlamını” da kaybetmiştir.
Zamanla artık kişi kendi vicdanının sesini dahi duyamaz olur, bir müddet sonra vicdanı da ses vermez hale gelir; işte “sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler” ilahi haberi böyle gerçekleşir. Bu durumda, insan, ya kendisiyle, hakikatle ve “Mutlak Hakikat”le “ünsiyet” peyda edip “insan” olacak ya da “unutan ve unutulan” bir “nisyan” olacaktır.
O meşhur tespitlerle yazımızı sonlandırıyorum:
Sonuç mu; sonuç gayet açık: İnsan olanlar çözümün bir parçası olurlar; nisyan olanlar sorunun bir parçası olurlar.
İnsan olanlar tarihin aktif öznesi olurlar; nisyan olanlar tarihin pasif nesnesi olurlar.
Din ise, “insanlar” için bir mutluluk projesidir; nisyanlar için bir “afyon”
Cevâhir AYDIN / Küçük Dünyam