İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (2)
Arkeoloji bilimiyle uğraşanlar, bir mağara duvarında sadece iki çizgi gördüğünde bile, bu çizgilerin akıllı biri tarafından çizildiğini söyler. Fakat DNA gibi tasarımcıyı haykıran birşey gözlemlediğinde, bu mükemmel tasarım hemencecik “zorunluluk” diye inanılan bir batıla bağlanmaya çalışılıyor.
MEB’in ders kitaplarında hücreyi DNA’nın yönettiği, DNA’nın kendini eşlediği vurgulanıyor. Bu ifadeler, bilimsel olarak gözlenen süreçlere dışarıdan bir müdahale olduğu inancını, kesin bir ifadeyle bilim dışı (bilime ters) kabul etmiş oluyor.
Cansız, ilimsiz, kudretsiz atomlardan oluşan DNA, hücreyi yönetebilir mi? Dışarıdan bir ilim ve kudretle müdahale olmadan hücre yönetilebilir mi?
Bir canlının var edilme sürecinin en baştan itibaren gözlemlenmesiyle, DNA’nın önünde milyarlarca yol varken, DNA’nın “zorunluluk” gereği hep en iyi yolu seçerek bir canlıyı var ettiği belirtiliyor. Deneysel olarak ispatlanamamış bu yorumun nesnellik diye kabul edilmesi bir inançtır. Okullarımızda maalesef bu batıl ön kabulün/inancın reklamı, bilimle süslenerek yapılıyor.
DNA’nın milyarlarca yol arasından en doğru yola girebilmesini sağlayan en iyi tercihlerin, yalnızca El-Müdebbirin, El-Müridin ilmi ve kudretiyle olabileceğini varsayan yorumda bir inançtır. Pek çok bilim adamı ve alimler tarafından öne sürülen böyle bir yorumun/inancın olduğu ise okullarımızda hiç söz edilmiyor.
Evrende bilinçli bir tasarımın olduğu veya evrende doğal bir zorunluluğun olduğu hususundaki birbirine zıt olan bu iki yorum, tabii ki bilimsel olarak ispatlanamadı, ispatlanamaz da… Lakin akleden bir kalp, hangi yorumun daha rasyonel olduğuna karar verebilir.
İşte bu karar verme işlemi öğrencilere özgürce bırakılmıyor. Bilimin içine gizlenmiş olan maddecilik anlayışı, nesnellik yalanına başvurularak, bilimin evren ve insan özelinde nedensellikle her şeyi açıkladığına vurgu yapılıyor. Bu nedenle, öğrencilerimizin zihninde Yaratıcının insanla ilgili adaleti, rahmeti hususunda sorular doğuran şüphelerin çıkmasına güçlü bir imkan sağlanmış oluyor. Tahkiki imana ulaşamamış ve taklidi imanı bile oluşmamış olan kimseler, ilahi emir ve yasaklardan giderek uzaklaşarak, cevabını bilmedikleri soruların vehimlerine kapılarak küfre giriyor.
Kur’ani bir bakış açısıyla Kainat ve insan kitabı okutulursa, somut haliyle bize gösterilen Yaratıcının isim ve sıfatları sayesinde, küfre sokabilecek sorulara karşı derdimize derman güçlü bir kalkan oluşur.
Şimdi, DNA’nın oluşumu ve işleyişi üzerinden acizane bir okuma yapmaya çalışalım…
DNA’nın oluşumunda yer alan proteinin var olabilmesi için bir başka proteinin de var olması gerektiği gözlemleniyor. Ribozom, RNA, ATP’den biri dahi olmadan protein oluşmuyor. ATP’yi üretecek mitokondri olmadan protein oluşmuyor. Hücre çekirdeği ve Sitoplazma’dan biri dahi olmadan protein oluşmuyor.
Hücrede bir DNA’nın var olabilmesi için adetullah gereği proteinler gereklidir. Tek bir proteinin oluşması için hücrenin tamamının ve 60 proteinin olması elzemdir.
En küçük bir canlının meydana gelmesi, 239 proteinin intizamlı işleyen ilmi bir süreç çemberinden geçmesi sonrası vuku buluyor. İnsanoğlu kendindeki ilim, irade ve kudret ile kıyas yaparak yani kendi insani tecrübelerinden yararlanarak, insana göre imkansız bir durumun gerçekleştiğini tespit edebilir. Çünkü böyle bir yüce ilim, kudret ve irade kendisinde yoktur. “İlimli ve kudretli bir tasarımcıyla bu imkansız durum ancak her daim imkanlı hale gelebilir” diye düşünerek, hadiseleri basitçe kavrayabilir.
İnsan hücresindeki protein dahil hiçbir molekül, hiçbir yardım almadan kendi kendisini kopyalayabilme yeteneğine sahip değildir. Çok sayıda kompleks faktörün hepsinin bir arada aynı anda bulunması ve çalıştırılması gereklidir. Biri olmadan diğeri olmuyor. Mesela var edilmiş işleyen bir hücre olmadan DNA bir işe yaramaz. DNA olmadan da hiçbir canlı var edilmiyor. DNA’nın işleyişi için gerekli tüm faktörlerin her birinin aynı anda hücrede var edilmiş olması gerekiyor.
Tek hücreli ilk canlı için DNA’nın nasıl oluşabildiğini bir düşünelim… Biri olmadan diğeri olmayan ama aynı anda beraber bulunması ve çalışması gereken kompleks faktörleri ilk olarak ortaya yokluktan çıkaran kim?
DNA’nın oluşumunda gözlemlenen proteinlerden yalnızca bir proteinin bile kendiliğinden oluşamayacak olması, bilimsel gözlemlere dayanan bir bilgidir. Bir DNA’nın oluşabilme sürecinde, ortamda aynı anda bulunması gereken ve birbirine ihtiyacı olan proteinlerin ilk halkasını oluşturan ilk nedenin, mutlak bir aşkın varlık olduğunu varsayarsak, ancak her şey zihnimizde o zaman yerli yerine oturur. Çünkü şuursuz ve ilimsiz maddelerin, bugüne kadar herhangi bir bilgiyi üretebildiğinin hiç görülmemiş olması, bilimsel bir bilgidir.
İlk neden olan mutlak aşkın varlık, her daim işleyen bu tür süreçlerin nedeni olabilecek ilme ve kudrete her zaman sahip olabilmelidir. Çünkü DNA’daki her işleyiş, Yüce bir ilim ve kudrete sahip bir zatın, her zaman muktedir olduğunu haykırıyor. Çok sayıda kompleks faktör olmadan bir proteini bile yapamayan atomların bu acizliği, Yaratıcının her daim işleyen süreçleri devam ettirdiğine de kuvvetli bir delildir.
İlk yaratılışın ve devamlı süregelen yaratılışın, kendiliğinden evrimle gerçekleşemeyeceğini, sözünü ettiğimiz ve edeceğimiz pek çok delil, akleden bir kalbe idrak ettirebilir.
10 üzeri 50 de 1 olasılığı, Matematikte imkansız olarak kabul edilir. DNA’yı oluşturan proteinlerden yalnızca bir proteinin kendiliğinden oluşabilme ihtimali, matematiğin imkansız dediği bu olasılık rakamından da çok daha düşük olasılıklı rakamlar ile ifade ediliyor.
Matematiksel olarak imkansız diye nitelenen bu gibi olasılıkların imkanlı hale getirilerek canlılığın vuku bulması, yaratılışın her an olduğunu göstermesi açısından şaşırtıcı değil midir?
Matematiğe inanan inançsız bir kişi, dile getirmese de bir düzene inanıyor. Hatta evrende var olan düzene o kadar kuvvetli inanıyor ki, mucizeleri kabul etmiyor.
Evrende sonsuz düzenin var oluşu, bu düzeni var edebilmesi kendisi için mucize olmayan sonsuz adalet (düzen), kudret, ilim sahibi ve her an faal olan aşkın bir varlığa işaret etmiyor mu?
İlimsiz, iradesiz ve kudretsiz atomların, birbirleriyle iletişim kuramadıkları halde, sınırsız sayıdaki faaliyeti organize bir düzen ve hikmet içinde, üstelik her zaman şefkatli bir tasarımla canlıları var edebildiğini kabul etmek, atomların mucize yarattığına inanmak olmuyor mu?
DNA’ya sahip milyarlarca canlının, merhamet, hikmet, kudret, ilim, irade ve düzen (adalet) sahibinin müdahilliği olmadan, her zaman muazzam bir merhamet, hikmet, kudret, ilim, irade, düzenle var edilmeye devam etmesi, akleden bir kalbe imkansız gelir. Yaşadığımız insani tecrübeler bunun imkansız olduğuna delil değil midir?
6’şar parmaklı doğabilecekken, her gün doğan yaklaşık 300 bin bebeğin çoğunun 5’er parmaklı doğması, sonsuz rahmet ve adaletin (düzenin) delili değil midir? Rahatça görüp duyabilmemizi sağlayacak paha biçilemeyen rahmet hazinelerini, her zaman bir düzen (adalet) içinde veren kim? Dini inancı olmayan kimselerin, bilinçaltlarındaki Yaratıcıya olan sui zanlarını yok edecek olan bu gibi sonsuz kudret ve hikmet, sonsuz rahmet ve adalet (düzenin) delilleri, küfre giden yolları kapatacak kadar kuvvetli delillerdir.
Milyarlarca DNA’nın ve hücrenin zaruri ihtiyacı ne ise, ihtiyaçlarının an be an giderilerek canlılığın oluşması ve devam edebilmesi, sonsuz rahmete, sonsuz hikmete ve sonsuz adalete (düzene) inanmaya vesile olur.
Bu sayede, hayatın kendisi ve imtihanlarla ilgili olan Yaratıcının rahmeti, hikmeti, adaleti konusunda oluşan şüpheler, vehimler izale olmaya başlar. Rahmet, ilahi şefkat, ilahi adalet, ilahi hikmetle ilgili kafalarda oluşan şüphe dolu soruların, cevaplanabilmesine güçlü bir imkan oluşur.
Yaratıcının rahmeti, hikmeti, adaletiyle ilgili zihinlerde oluşmuş onlarca şüphe, vehim, inançsızlık argümanını, evren ve insanda tecelli eden sonsuz rahmet, sonsuz hikmet ve sonsuz adaletten çıkarırsak, geriye yine sonsuz rahmet, sonsuz hikmet ve sonsuz adalet kalır. Evrene ve insana çok yakın bir Yaratıcıya inanılmasını sağlayan bu çok sağlam zemin, peygamberleri ve kitapları aracılığıyla insanlarla konuşan bir Yaratıcıya imanı gündeme getiriyor. Daha sonrasında imanın şartlarıyla ilgili diğer soruların ilmi olarak cevaplanmasıyla, küfrün bitiş noktası çorap söküğü gibi gelebiliyor. Biiznillah…
Suat Altınbaşak