Yalnız Yabancı Garip İnsan
Maddi yaşamın boşluğunda anlam arayan insan, yalnız, yabancı ve gariptir. İhtiyaç duyar.
Olması gereken ama olmadığını tespit ettiği, eksikliğini hissettiği şeye…
Bu eksikliğin bilincine varıp bu dünya ile hem cins olmadığını anlamak acı ve ıstıraptır.
Bu duygular arttıkça kendi özünün âlemden ayrı ve uyumsuz olduğunu görür, başka bir şeyin var olduğunu düşünür.
Var olan her şeye yabancılaşır, yalnızlık, gariplik, hasretlik başlar.
Var olmayan yere kaçış, var olana nefret…
Camus’un ” yabancı” dediği de budur.
Artık o, yakınlığa, akrabalığa ihtiyacı var. Dünya, her zamankinden daha yabancı…
Kendi içinde, derin düşünüşlerinde sürekli hisseder bunu.
Dünyada kaldığı sürece, bir an,”olmak” sınırının tamamlandığı varlığın son bulduğu yere varmak ister.
İçinde yaşadığı “var olan” şeyi manevi ve varlık ötesi ihtiyaçlarıyla kıyaslar; bakar ki ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılamıyor, o zaman gariplik hisseder, rahatsızlık duyar.
Çünkü gurbette meçhuldür; kendisini hiç kimse tanımamaktadır; tüm insanlardan, tüm renklerden ve tüm görünümlerden, kısacası her şeyden farklıdır.
Bilinen her şeyden kopan biridir o. Yalnız ve garip… Yürür… Meçhule doğru…
Olgunlaştıkça, doğayla hemcins olmadığını daha derinden hissettikçe kendisine yabancılığı artar.
Doğadan kurtulup insan olmaya adım attıkça acıları bir nebze de olsa diner, rahatlar.
Daha insan olan kimse, yarısı itibariyle ortaklığının bulunduğu doğayla arasında daha fazla bir aralığın ve uyumsuzluğun olduğunu anlar.
Zaman ve mekânın kendisine dar geldiğini ve sıkıntı veren bir kafes olduğunu görür.
Yüreğinde hisseder. Acısını ve baskısını…
Yeryüzü aşağılık bir mekân, gökyüzü ise göksünde asılı duran dar bir tavan…
Varlığının yarısının doğadan alınmış olduğunun keşfiyle, kendisini kötü hisseder.
Artık, isyan, acı ve inkılâp içinde kıvranan insanın en büyük isteğidir, kaçış. Varlık sınırına…
Dar ve karanlık bir kafesin içine tıkılmış yaralı kuş gibi delik açmak, derin bir nefes almak için delicesine tırmalar, kafesin parmaklıklarını…
Özgürleşmek, kendisini tanımak ve tanıtmak için…
Her türlü eylem, bir ifşadır onun için…
Resim, şiir, müzik, roman, sanatsal yapı, bir tiyatro ya da film, bu ifşanın birer arzusu…
Bununla kendini tanır ve tanıtır.
Yalnızlık, yabancılık ve gariplik bu arzuyla azalır, diner.
Artık bu insan, dünya zindanının duvarlarını en güzel yapıtlarla süslemiş, farklı bir gurbetin, farklı yalnızlığının garipliğine doğru yol almış, yolcu olmuş, yalancı bir dünya kurmuş olur.