Sanatla Varlık Sınırında Pencere Açmak
Biz bu dünyaya ait varlıklarız; başka bir yere gitme imkânımız yoktur; herhalde burada bulunmaya mahkûmuz, diyen sanat, ideal olan dünyayı ideal olmayana ulaştıran penceredir.
İdeal yer duygusu, bizdeki yalancı duygudur. Öyle ki bizler, bu yerde bulunmayı arzu etmiyoruz aslında…
Pencere, bulunmamız gereken yere varmak için bu zindandan kaçmamızı sağlar…
Dünyanın duvarını tırmalayarak…
Yüce ruhlar, dertli ve düşünen insanlar, bu duvarı sanatla tırmalar.
Yeryüzünü, gökyüzünü ya da uyuşamadığı, yabancı olduğu nesneleri; idrak etmek için, yakınlaşma ve barışma boyasıyla boyamak ve zindanının duvarını “keşke olsaydı, ama yok” şeklinde arzuladığı bir ev formunda süslemek ister.
Bu şeyler, bu gökyüzü, bu yıldızlar, dağlar, onu anlamadığı için o, bütün bu durağan ve kör nesneler arasında yalnız kalmıştır.
Sanat bütün bu eşyayı duyumsar ve bu tabiatta olmayan, ama benim olmasına gereksinim duyduğum şeyi yapar ve yaratır.
Zira sanat, Allah’ın insana verdiği bir emanettir.
Allah, yeryüzüne, gökyüzüne, bütün dağlara ve denizlere sundu bu emaneti, hiçbiri yüklenmedi.
Dağlar ve denizler, yaratıcılık, duyarlılık ve var olandan fazla bir ihtiyaca sahip değildirler. Onlar ne muhtaç olduklarını, ne ıstırap sahibi olduklarını, ne dertli olduklarını ve ne de yaratabileceklerini hissederler.
İnsandır yüklenen…
Ne sebeple?
Hissedebilen, seçebilen ve yaratabilen bir yetiyle…
Tabiat ve varlığı, Allah’ın istediği ama olmayan şekliyle süslemek…
Ve tabiatta var olan, ama insan elinin erişmediği şeye insanı ulaştırmaya çabalamak…
Rönesans dönemi ressam Tintoretto, acı çeken bir gök istiyor; mavi değil, tersine sarı bir gökyüzü…
” Kalküta”nın üzerinde sarı bir gökyüzü yaratıyor…
Picasso için doğa, eksik ve bundan dolayı acılar içinde kalan bir ruhun tecellisi olarak çizdiği resimde başın orta cephesinde gözü olan bir insan yaratır.
Ne demek ister?
O, kendisini “var olanın” tasvirinde ifade etmek yerine bugün insanın tek boyutlu hale geldiğini ifade etmek istiyor.
Leonardo da Vinci’nin yaptığı şey, Mona Lisa’nın dudağındaki gülümsemenin tasvirini yapmaktan ibarettir. Doğada “var olan” bir şeye herhangi bir ilavede bulunmadı o.
Vinci, doğada bulunması mümkün olmayan bir şeyi var etmiştir. O şey de, gülümsemeyi, bir avuç boya ve kumaşa kazandırmaktır. İşte yaratıcılık ve sanatın temeli…
“Var olandan” kaçış…
Bizi sanat yapmaya zorlayan şey, bu duygudur.
“Var olmayana” kaçış, “var olandan” nefret…
İnsan sanatsız yapamaz bu dünyada. Sanatsız bir toplum, sanatsız bir medeniyet düşünülemez yeryüzünde…
İnsandan sanata, sanattan insana bir etkileşim vardır.
İnsan sanatını yapar, üretir; ama ortaya çıkan sanat, döner, kendini üreten insanı tekrar etkisi altına alır.