DEĞİŞİM VE ÇIKIŞ YOLU
Bir kişinin değişimi için nasıl uzun bir dönem iç ve dış hazırlıkların olması şartsa, bir milletin , bir topluluğun, bir gurubun, bir halkın değişmesi de uzun bir zamanı ve bir hazırlık dönemini gerektirir.
İnsan hayatı boyunca, aşamalardan, aşamalara geçiş yapar. Toplumlarda bir aşamadan diğer bir aşamaya geçiş yapar, İlerler, geriler. Kendi tarihi ve dünya görüşüne göre, bazan duraklar, bazan ilerler, bazan geriler.
Tarih ilerlemelerle duraklamalarla ve gerilemelerle yol alır.
Bir insanın ilerlemesi veya gerilemesi somut bir şekilde görülebilir. Bir toplumun ilerlemesi ve gerilemesi ise, kişilerde olduğu gibi görülmeyebilir ve görülmesi de zordur. Kaldı ki ilerleme ve gerileme neye göredir? Bazen ilerlemiş gibi görünen; başkalarına göre gerileme olarak nitelendirilebilir.
Asıl üzerinde durulacak nokta, bu değişimin içteki doğuşlarıdır. Değişimin hazırlanma şartlarıdır, doğuş sebepleridir. Bunlara eğilen insan ruh ve zekası, olayı daha derinden ve gerçek anlamıyla kavramış olur.
Sosyal olaylar çok kompleks bir yapıdadır. Farklı bir şekilde değerlendirilebilir. Kimisi olaylara daha subjektif, kimisi daha gerçekçi ve eleştirel bir anlayışla yaklaşır. Eleştiri geliştikçe gerçeğe varma daha da çok artacaktır.
Bir insan ve bir toplumdaki değişim, sıçrama ilk başta bir bunalım bir tökezleme gibi algılanabilir. Zaman geçip, insanlık bu duruma alışınca ve tutukluklar atlatılınca verim ve eser ortaya çıkar. Bu da değişmenin olumlu yönde olduğunun bir ispatıdır.
Zamanımızda toplumlar, müspet bir değişim yerine, menfi bir değişimi yaşıyorlar. Bu değişim, huzuru, ahlakı, insani değerleri tüketiyor ve insanlığı bunalımdan bunalıma, bir çıkmazdan diğer bir çıkmaza sürüklüyor.
Bütün toplumlar bu çıkmazın sonuçlarını yaşamaktadır. İlerlemiş toplumlarda, geri kalmış toplumlarda, tam bir saplantı ve bataklığa gömülme haliyle karşı karşıyadır.
Değişimin seli çok süratli akmaktadır.
Bu sel, önüne çıkan bütün değerleri silip süpürüp götürmektedir.
Değerler sarsılıyor. İlerlemenin mutluluk getireceği düşüncesi koskoca bir yalan; öğle olsaydı bütün kötümser felsefeler zengin toplumlardan çıkmazdı. Bütün toplumlarda bir panik ve korku düşüncesi hakim olmazdı.
Hiç kimse güvende değil, güvende olanlar, ölenler ve yalnız doğmayacak olanlardır.
Hız ve haz çağındayız. Asırlık değişimleri birkaç yıla sığdırabiliyoruz. Baş döndürücü bir değişim. Zamanın fırtınası ne bulursa önüne katarak sürükleyip götürüyor. Kıymet levhaları durmadan sökülüp yeniden yazılıyor. İnançlar, felsefeler, değer atfedilen ne varsa zamanın seli tarafından çukurlara dolduruluyor, üzerlerine betonlar dökülüyor.
“Ustureler ezelden beri karamsar, şairler, ezelden beri ümitsiz.” Bu çağın karamsarlığı ve umutsuzluğu bütün çağlara bedel.
Bir meçhule gidercesine toplumlar, koşar adımlarla uçuruma doğru ilerliyor.
Dünyamız artık bir çılgınlar kulübü, yangın yerinde ziyafet ve dans gösterisi. Hiç Kimse bir diğerini dinlemiyor, her insan kendi dansıyla meşgul. Gürültü kulakları sağır edercesine bir tonda yükseliyor. Kadeh şakırtıları ve hey heyler… uçuruma doğru ilerleyen kafileler.
Arada bir yol göstermek için, toplumları uyarmaya çalışan birkaç düşünür. Onlarında, bu çılgın kahkahalar arasında sesleri kayboluyor. “Tefekkür sinası metrük bir harabe. Kimin için yaratacaksın, insanlar, ışığa, hayata, sonsuza, düşman.”
Her gün her şey değişiyor. Düşünceler değişiyor, kutsallar değişiyor, düşmanlıklar değişiyor, dostluklar değişiyor. Hatta artık mevsimlerin kendisi de değişiyor, değişiyor, değişiyor….!
Toplumlar, küçük bir çocuk şımarıklığı içinde. Modernizm, insanlığa kusursuz bir dünya sunuyor, zenginleşen dünyanın, gelecekte daha da zenginleşeceğine ve kusursuz olacağına inanılıyor. Aksine zenginlik ve teknoloji ne kadar artıyorsa, manevi duygular insani değerler bir o kadar dibe vuruyor. Zenginleşme huzur getirmiyor, var olan huzuru da alıp götürüyor.
Batı kendi elleriyle oluşturduğu cehennemine düşmüştür. Bu cehenneme herkesi çekmeye çalışmaktadır.
“Manasız ve mantıksız dramlar en gelişmiş çağdaş toplumlarda insan hayatının hakikate en uygun tasviridir. Uygar hayatın dış görüntüsü konfor, iç görüntüsü ise manasızlıktır. Bu da ne kadar fazla konfor varsa, o kadar da fazla manasızlık ve gayesizlik hissedilir diyalektiğine uygundur.”
İntihar vakaları, alkol tüketimi, bunalım, pornografi, kumar, adam öldürme olaylarının en fazla olduğu şehirler, dünyanın en gelişmiş şehirleridir. Hakim ideoloji insanı üret ve tüket girdabına sürükleyek, insanı duygularından, inançlarından, heyecanlarından mahrum bırakarak eşyalaştırıyor, yabancılaştırıyor ve yalnızlaştırıyor.
“Nihilizm ve absürt felsefe, dünyanın en zengin ve en uygar kesimlerinin ürünüdür. Bu felsefe, “perspektifsiz dünya”. ” Ruhen parçalanmış fert” “sağır-dilsiz sükut dünyası” sından bahseder. Albert Camü’nun şu düşüncelerini ancak sükutu hayale uğramış inanan bir kişinin fikri olarak anlamak mümkündür: ” Hayallerle aydınlığı birden yok olan bir dünyada insan kendini yabancı hissediyor. Çıkış yolu bulunmayan bir sürgündür bu. Çünkü ne kaybedilen yurtla ilgili hatıralar var, ne de eninde sonunda bir Arz-ı Mev’uda varılacağı ümidi…” Veya; ” Ağaçlar arasında bir ağaç olsaydım, o zaman hayatın bir manası olurdu, yahut başka bir ifadeyle, bu problem ortaya çıkmayacaktı. Çünkü ben, şimdi bütün şuuruyla karşı koymakta olduğum bu dünyanın bir parçası, daha doğrusu bu dünyanın kendisi olacaktım…” “Tanrının var olmadığı ve insanın ölmekte olduğu hasebiyle her şeye müsaade vardır” Son zikredilen fikrin akılcı düşünürlerin bu sığ ateizm ile hiç bir alakası yoktur. Bilakis, bu ifade Tanrıyı ararken yorulmuş olan ve onu bulmayı beceremeyen bir ruhun bastırılmış bedduasıdır. “Ümitsizlik sebebiyle ateizm” dir bu.
Hakim duygu; kolaylıkla sefihliğe dönüşebilen bir kölelik duygusudur. Eşyaya kölelik, makinaya kölelik, makama kölelik, paraya kölelik…
Sarhoş bir toplulukta ayık olmak, büyük bir anormalliktir.. çünkü sarhoşlar topluluğunda, normalin ölçüsünü onlar koyar.
Bu hızlı değişimden Batının olumsuz etkilenmesi eşyanın tabiatına uygundur. Tanrıyı paranteze alan ve onu bütün kurumsal ve sosyal hayatından uzaklaştıran Batının geleceği nokta burasıydı.
Asıl mesele ise, çözülen toplumsal yapının, değerler ve kurumlar sisteminin nasıl ve kim tarafından inşa edileceğidir.
Batıdan bir çıkış beklemek beyhudedir. Hristiyanlık ve Yahudilik, modernizm karşısındaki mücadeleyi kaybetmiştir. Kaybetmek bir tarafa, Hristiyanlık ve Yahudilik, modernizme geniş alanlar açmıştır. Bu olumsuz değişim, Protestanlığın rahminden doğmuştur ve modernizmi beslemiştir. Bu durum sadece batıyı etkilemekte kalmamış, batı dışındaki toplumların modernleşmesiyle bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Başka kültürler bu gidişe dur diyebilirler mi? Budizm, Hinduizm, Şintoizm, Brahmanizm, Konfiçyüzm modernizmin bu seli karşısında durabilir mi, olumsuz bu durumu tersine çevirebilir mi? Hayır. Bu dinler ve felsefeler, canlılıklarını kaybetmişler ve şu an modernizme verebilecekleri hiçbir cevapları yoktur.
İnsanlığın tek çaresi İslam ve İslam’ın kurtuluş reçetesidir. İslam dipdiri ve diriltici yönüyle insanlığı bu bataklıktan çekip çıkaracaktır ve çıkarmalıdır. Fakat buna önce Müslümanların inanması gerek. Müslümanlar buna inanmak yerine, İslam’ı sosyal hayatlarından, ekonomilerinden, siyasetlerinden, okullarından uzaklaştırarak onu işlevsiz bir din haline getirmektedirler. Allah bu dinin, ölü bir din haline getirilmesine asla müsaade etmeyecektir. Müslümanlar bu değişimden o kadar etkilendiler ki, dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette alma düşüncesinden uzaklaşarak, yaptıklarının karşılığını bu dünyayla sınırlandırmaya başladılar. Yaşamakta oldukları hayat İslam’a uygun düşmeyince İslam’ı değiştirerek kendi hayatlarına uygun hale getirmeye kalkıştılar. İslam’ı diğer düşüncelerle uzlaştırma çılgınlığına düştüler. Ölçüleri Batı düşüncesi oldu. Batı düşüncesine uymayan her İslam’ı kuralı rafa kaldırmaya veya istedikleri gibi tevil etmeye kalktılar.
İslam’ı çağla uzlaştırma düşüncesinden mutlaka vazgeçilmeli ve onu bütün kurum ve kurallarıyla hayata hakim kılmalı. Ve böylece insanlık yeniden, İslam’ın doğuşuna şahit olacaktır. İnsanlık, kurtarıcısını beklemektedir. Bu kurtarıcı bizim inancımıza göre İslamdır. İslam’ın dirilişi, insanlığın da dirilişi olacaktır.
İslam, modernitenin olumsuzluklarına karşı çıkacak tek dindir. İslam insanoğluna, hayatın anlamını ve kadim ideallerinin yolunu tekrar gösterebilir. Anlamı kaybolmuş hayata, yeni bir anlam derinliği getirebilir. Küresel düzeye ulaşmış zulüm temelinde kurulmuş sosyal ilişkileri değiştirip, onları yeniden adalet temelinde inşa edebilir. Bütün bunların olabilirliği, Müslümanların, İslam’ı hayatlarına hakim kılmalarıyla, “emin olma” vasıflarını yüklenmeleriyle ve güzel amellere dönüştürmeleriyle mümkün olabilir. Çıkış Müslümanların elindedir. Öncelikle. Moernitenin Müslüman zihin üzerine kurmuş olduğu entelektüel hegemonyayı çatlatmak gerekir. Bu zihin çatlarsa, modernitenin büyüsü bozulacak ve Islam’ın özüne uygun düşüncelerin öne çıkması sağlanacaktır.
Müslümanlar gizledikleri hazinelerinin kilidini açmak zorundadırlar. Müslümanlar bu kilidi açarak, sandığın içindeki altınları, mücevherleri, incileri yeniden insanlığa sunmakla yükümlüdürler.
Değilmi ki, her Medeniyet toza toprağa bulandıktan sonra, yeni bir doğuş gerçekleştirir. Bizimde toza toprağa bölendiğimiz yetmedi mi? Temizliğin zamanı çoktan geldi de geçiyor. Tarih bizi bunu yapmaya mecbur kılıyor.
Değilmi ki, insanlık her dara düştükten ve her ölüm çırpınışından sonra küllerinden yeniden dipdiri Çıkmıştır. Bizim de küllerimizden yeniden doğmanın zamanıdır. Tereddüt etme Allah’a dayan.
Vakti ziyan etme ve sorumluluğunu kuşan.
Hiç beklemediğin bir an da, çıkış başlayacaktır.