Diyalektiğin Asıl Sahibine Dair
Kâinatın bütün varoluşları, birbiriyle çatışan ve tamamlayan unsurların ahenkli bir dansı gibidir. Amenna… Lakin bu hakikat, Hegel’in soyut idealizmine, Marx’ın katı materyalizmine yahut Engels’in madde merkezli diyalektiğine sığmaz. Zira hakiki diyalektiği, Kur’ân onlardan çok önce âyet âyet beyan etmiştir.
Kur’ân, sık sık zıtlıkları yan yana zikreder:
Teke and olsun, çifte and olsun; günaha, sevaba; cehenneme, cennete…
Kadına, erkeğe; geceye, gündüze; hastalığa, şifaya; ölüme, hayata…
Çünkü bir şey, zıddı olmadan var olamaz. Zıtlıklar çatışmaz, tamamlar. Birini kaldırırsan, diğeri de söner.
Ne var ki, maddeyi tek asıl gören zihniyet, bu hakikatin yarısını bile göremez. Unuturlar ki:
Madde olmadan mânâ; mânâ olmadan madde olmaz.
Ceset olmadan ruh; ruh olmadan ceset varlığını sürdüremez.
İşte burada bilime mutlak otorite payesi verenler, farkında olmadan bilimin elinde kendi tezlerini boğarlar. Çünkü kanun, teoriden üstündür. Fizikteki Eylemsizlik Kanunu, onların “kendi kendine oluş” masalını paramparça eder:
> “Bir maddeye dıştan bir kuvvet etki etmedikçe, madde hareket edemez.”
O hâlde soralım:
Bu dönen dünya, bu kusursuz yörüngelerde dönen güneş sistemi, bu akıp giden yıldızlar, kendi kendine mi hareket ediyor? Kim bu mükemmel düzeni başlatan ve sürdüren kudret?
Akıl sahibi için cevap açıktır: Bu âlemi evirip çeviren, kudreti sonsuz olan Allah’tır.
O, zıtlıkları yaratarak varlığı kemale erdiren, mânâyı maddeyle, maddeyi mânâyla bütünleştiren, her şeyin üstünde ve ötesinde olan Varlık’tır.
Kur’ân, bize yalnızca inanmayı değil, tefekkür etmeyi de emreder. Zira tefekkür, insanı Hakk’a götüren en kısa yoldur.