Edep: Dayatmanın Değil, Bilincin Seçimi
“Edep, zorla giydirilen bir elbise değil; bilincin kendi kendine seçtiği bir erdemdir.”
Bu ifade, ahlâk felsefesinin en temel problemlerinden birine işaret eder: Erdem öğretilebilir mi, yoksa yalnızca idrak edilerek mi kazanılır?
Tarih boyunca toplumlar, edebi çoğu zaman kurallar, yasaklar ve cezalar yoluyla tesis etmeye çalışmıştır. Oysa zorla dayatılan her ahlâk biçimi, şekil olarak var olsa bile ruhen eksik kalır. Çünkü edep, dışarıdan giydirilen bir kıyafet gibi değil; insanın iç dünyasında filizlenen bir bilinç hâlidir. Zorla giydirilen elbise nasıl ki ilk fırsatta çıkarılıyorsa, zorla dayatılan edep de ilk denetimsiz anda yok olur.
Felsefî açıdan bakıldığında edep, Kant’ın ödev ahlâkından ziyade Aristoteles’in erdem etiğine daha yakındır. Aristoteles’e göre erdem, alışkanlıkla ve bilinçli tercihle kazanılır. Bu tercih, korkudan değil; iyinin ve doğrunun kavranmasından doğar. Edep de böyledir: Ceza korkusuyla susan insan edepli değil, yalnızca baskı altındadır. Edep, insanın kendisini görmesi, sınırlarını bilmesi ve başkasının varlığını idrak etmesiyle mümkündür.
Tasavvuf geleneğinde ise edep, bilincin en yüksek mertebesi olarak kabul edilir. “Edep yâ Hû” sözü, edebin sadece davranış değil, varoluş biçimi olduğunu ifade eder. Zira edep, insanın kendini merkeze koymaktan vazgeçip hakikati merkeze almasıdır. Bu da ancak idrakle mümkündür; zorla değil.
Modern dünyada sıkça yapılan hata şudur: Edepsizlikle mücadele edilirken, yöntem olarak edepsizliğin kendisine başvurulmaktadır. Sert dil, aşağılayıcı üslup ve öfke; edep öğretmez, yalnızca yeni bir kabalık üretir. Çünkü yöntem, sonucu belirler. Edep öğretmek isteyenin dili de, tavrı da edepli olmak zorundadır.
Sonuç olarak edep; kanunla, baskıyla ya da korkuyla değil, bilinçle doğar. İnsan, neden edepli olması gerektiğini idrak ettiğinde; edep artık bir zorunluluk değil, bir tercih hâline gelir. Ve tercih edilen erdem, dayatılan kuraldan her zaman daha kalıcıdır.




