‘Mevkiler önce Allah’a sonra Devlet-i Aliyye’ye karşı sorumluluktur.’ Kanuni Sultan Süleyman.
Liyakat, sadakat ve müspet muhakemat’ın toplumsal literatürden silinip yok olmaya yüz tuttuğu bir zaman sürecinden geçiyoruz…
Buna en çok siyasi partilerin katkısı olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum…
Her vatandaşın, mensubu olduğu siyasi partiyi yüceltmek veya düşüncelerini benimsetmekle ilgili illa ki bir çabası, bir mücadelesi olacaktır. Bu gayet doğaldır. Ama, kendi partisinden olmayanlara cebren veya başka türlü kabul ettirmeye çalışmak akla pek makul gibi gelmiyor… Böyle olması durumunda bireyler arasında ister istemez doğal olarak bir takım husumetlerin doğması kaçınılmaz olur.
Şöyle bir düşünürsek; kendimizi siyaset’in kirli denizinde yaşayan birer balık olarak tasavvur edebiliriz… Az veya çok, o kirlilikten nasiplenmeyen çıkarmı, bilemem…
Oysa Allah; insanları ayrı biçimlerde, ayrı mizaç ve yaratılışlarda, farklı fikir ve görüşlerde yaratmıştır… Eğer Herkes aynı fikir ve görüşlerde olsaydı, beşeri münasebetlerde bir teceliyat-ı terakiye bahis konusu olabilir miydi..?
Siyasi veya değil, tüm teşekküller, insanları, farklılaştırmaya veya aralarında husumetlerin doğmasına yönelik olmamalıdır. Aksi taktirde şer kapıları ardına kadar açılıp, bu istenmeyen misafirin bizimle yaşaması zorunlu hale gelir…
Şimdi burada ‘şeri’ İlahi moduna sokmakla ancak kendi kendimizi kandırırız…
Haşa, Allah şer’ı insanlara gönderici değildir..! Bu şer olgusu tamamen
insanların kendi işlediği fiilerle alakalıdır… Allah katında gelenler ise, aslında şer sanılan hayırlardır. Mesela kar, fırtına, tipi sunan çetin bir kışın bizlere ikramı; içinde envai çeşit çiçek, bol yeşillik ve pırıl pırıl bir güneştir…
Siyaset; yalan, töhmet, ifsat gibi marka ve modellerdeki gemilerin içinde yüzdüğü bir denizdir denilse, tam yerinde bir teşbih olur kanaatindeyim.
İnsanlar birbirleriyle fikri münasebetlerde, pekala daha yapıcı, daha hoşgörülü, daha nazik olmaya gayret edebilirler… Bu da onların aralarındaki birlik bağlarını daha sıkı, daha sağlam bir kazanıma dönüştürebilir.
..
Sağlam zeminde boy vermiş tevhit ağacını, dışarıdan hiç bir güç yıkamaz; şayet içten köküne tefrika suyu dökülmemişse… Bu ağacın korunup kollanması en çok devletlerin, siyasi kuruluşların önde gelenleri ile bireylere düşer…
Osmanlı deyimiyle, eğer bir devlet’in idaresi ehil olmayanların dest-i tasarrufuna bırakılacak olursa, bu vaziyettin mevcudiyetinden o vakit, inkişafat-ı milliye, terekiyat-ı ammiye, semerat-ı ilmiye nakıs bırakılmış olur… Yani, Devlet yönetimini erbabı olmayanların ellerine teslim ederseniz, böyle bir durumda milli gelişmeleri, toplumsal yükselişleri, bilimsel kazanımları noksan bırakmış olursunuz.
Bu yüzden her olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın; veya her nerede olursa olsun, siyasilerin, kendilerini mutlaka izleyip, dinleyen birilerini’nin olduğunu var sayıp, tarz-ı ifadelerine dikkat etmeleri gerekir…
Bir ülkenin devleti-ebet ülküsü şahsi menfaatler selinde bırakılıp, yok olamayacak kadar kıymetlidir. Bir millete düşen, bu mefkureyi zinde tutup, onu varlık platformunda var etmeye çalışmaktır…