NEBİLERİN HATEMİ-I
“Hakikaten Ben Allah katında nebilerin hatemi idim. Şöyle ki, daha Âdem’in çamuru yeryüzüne bırakılmış yatıyordu, cismine ruh üflenmemişti daha.”
Hatem, sözlüklerde mühür, netice manalarına gelse de buradaki anlamı “ilk baştaki yaratılış”tır. Herkesin bildiği bir husus: “Mühür”le, resmi bir namenin sonuna vurup yazılanların sultanca kabul edildiği sabitlenir;müspet olduğu ilan edilir. Yani “hatem” olmayınca, o “name”nin bir hükmünün olmadığı resmen belirtilir.
O hâlde denebilir ki “mühür”ün sona veya başa basılmasının farkı yoktur; nas da -hadis, ayet de- bunu ispattadır.
Arabça lügatlarda hatem son veya netice manalarına gelse de, bu ifade Resulullah(asm) için kullanıldığında hem ilk hem de sonuncu anlamına gelir; hem resul hem nebilerin hatemi.
Bu vasıf, Peygamberimiz’e inanmanın olmazsa olmazıdır. Bir kimse bütün iman esaslarına inandığı halde sadece bu hakikata inanmayacak olursa, gerçek bir iman sahibi olamaz.
“ Ant olsun ki her ümmete Allah’a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının diye bir peygamber göndermişişizdir.” (en-Nahl, 16/36) Ayeti Paygamberimiz Aleyhihisselatü Vesselamın teşrifinden önce – bir hadiste 24 bin- nebi ve resuller gelmiş, Nübüvvet binasının en son taşı olarak o sarayın tamamlanmasını sağlamıştır.
O son taş olmasa saray eksik kalıp tamamlanmayacağına göre, “o bina”nın yapılmasındaki ilk temel taşı konulmuşsa “O Zat (ASM)”ın aziz hatırı içindir. Bu manadaki Hadis-i Şerif -ilim çevrelerince- malumdur, meşhurdur.
“Benim, benden önce gelen peygamberlere nisbetle durumum şuna benzer: Bir adam büyük bir bina yaptırıp güzelce dayayıp döşedi, fakat bir köşede bir tuğlalık boş yer bıraktı. Ahali binanın etrafında dolaşıyor, güzelliğine hayran kalıyor fakat şunu söylemeden edemiyordu: Niçin bu tuğlanın yeri boş? İşte ben o tuğlayım ve peygamberlerin sonuncusuyum.” ( Buhari, Menakıb. 18; Müslim, Fedail 32, Ebu Davud, Fiten, 1)
Seçkin sahabelerden Meysere-i Dabi’(ra) günün birinde,
“Ya Resullallah! Ne zaman peygamber oldun?” dedi merakla.
“Adem canla ten arasındayken ben peygamberdim.” şeklinde buyuruldu ona.
Hadisi şerh eden “muhaddis”ler, “canla ten arasındayken” ifadesinin “cismine can girmemişti” manasında olduğunu söylerler.
“Bir başka rivayette de, keremli sahabeler Size,
– Ya Resulullah! Sana nübüvvet ne zaman vacip (gerekli) oldu? diye sordular. Siz de,
– Adem can ile ten arasında iken, diye buyurdunuz.”
Ve Sahih-i Müslim’de Abdullah bin Ömer’in rivayetinde geldiğine göre,
“Gerçekten Allah, yerleri ve gökleri yaratmadan elli bin yıl önce Arş üzerindeyken halkın kısım ve kudretlerini yazdı. Ümmü’l-Kitab’a ( Ana Kitap) yazdıklarından biri şu kelimeydi (cümleydi). ‘ Muhammed nebilerin hatemidir.’”
Bu ifadeden, mantığı ve ilmi olan herkes anlamalıdır ki, Cenabı Hak âlemleri vücut aydınlığına çıkarmadan önce Resulullah (asm)’ı nübüvvet sıfatıyla vasıflandırmıştır.
“… ve böylece cihanın maddi ve manevi ‘Fatih’i olan Resul-i Ekrem (asm)’ın sünnet-i seniyyesinin bir hizmetkârı olarak bugün milyonlara baliğ olan bir camiayı (Ümmet-i Muhammediyeyi) inayet-i İlahi ile, Kur’an-ı hakimin cadde-i kübrasında selametle ilerletmek…” (Nursi, Sözler, 770) maksadıyla O’na yönelmiş milyarların en kalbî muhabbetlerine saygı duymamak, hatta hayran olmamak mümkün değil elbet.
Mehmet Nuri BİNGÖL