ALLAHUEKBER DAĞLARI EFSANESİ
Haç ve Hilal
Kızının müslüman olup, Şeyh San’an’la Bağdat’a gideceğini öğrenen Papaz , haber alır almaz bir orduyla hemen peşlerine düştü
Sayıları bini bulan askerlerin başında bizzat Kral Davit’in kendisi bulunuyordu.
İki taraf ta yaklaşıp,birbirlerine seslerini duyurabilecek kadar bir mesafede durduktan sonra,
Kral Davit, yanındaki askerlerden birini müritlerin olduğu tarafa doğru yolladı…
Gelen asker, müritlerin karşında beş on adım mesafede durduktan sonra, son derece küstah bir sesle: “Kralımız, kızı derhal bırakıp, bize teslim etmenizi, sizinde bir an önce ait olduğunuz yere dönmenizi istiyor. Yoksa…”Yoksa ne !” diye atıldı Humar Hatun.” Sizinle hiçbir yere gelmiyorum..!” dedi, gayet kararlı bir ses tonuyla. “Gidin babama ve kralınıza aynen böyle söyleyin! ”
Asker:”Aksi takdirde hepinizi kılıçtan geçireceğiz “diye sözünü yeniledi küstahça…
Şeyh San’an: ” Git kralına söyle! bizim ona verecek tek bir adamımız bile yok. İşte meydan, buyursun gelsin. ”
Asker aynı küstahlıkla: “O halde bizden günah gitti. “dedi.
Asker bir şeyler anlattıktan sonra, Kral kılıcını çekip, önce havaya, sonra müritlerin olduğu tarafa doğru uzatıp, hücum emrini verdi.
Müritler de Humar Hatunla birlikte “Allahuekber”deyip saldırışa geçtiler…
Tekbirlerle kılıç seslerinin birbirine karışıp, kayalıklardan kayalıklara sirayet eden yankılanmaları, sürmekte olan savaşın şiddet boyutunu ilan ediyordu adeta…
Humar Hatun, Şeyh San’an’la yanyana, bir erkek gibi döğüşüyor, elindeki kılıcı ustaca kullanıp, hasımlarını saf dışı bırakıyodu. Şeyh San’an, ondaki bu cesareti, gelen hamleleri çevik hareketlerle nasıl savuştuğunu görünce hayran kalıp, daha büyük bir şevkle mücadele etmeye başladı…
Her iki tarafın da çok kayıplar verdiği savaş tüm şiddetiyle devam ediyordu…
Bin kişiye karşı dört yüz Müridin destansı mücadelesi, gün gelecek dilden dile anlatılacak, nesillerden nesillere aktarılacaktı…
Saatler süren savaş, müritlerin adamakıllı yorulup, birer birer şehid olmasıyla Müslümanların aleyhinde bir sonucu tecelli ettireceği artık kaçınılmaz gibiydi.
Az müridi kalan Şeyh San’an onları coşturmak için Tekbirler getirip, onların şevklerini artırmak için elinden gelen tüm gayreti gösteriyordu. Kendiside muhtelif yerlerinden hafif yaralar almıştı. Humar Hatun’u kılıç darbelerinden korumak için var gücüyle saldırıyor, önüne geleni yere seriyordu…
Bir ara papazın sesi çınladı Kulaklarında.”Hiç birini sağ bırakmayın, hepsini öldürün! ” diye bağırıyordu…
Muhammet , etrafını saran düşman askerlerinden kurtulmak için olağanüstü çaba sarf ettiği sıralarda, bir asker arkasından sinsice yaklaşıp tam kılıcını indirmek üzere iken fark eden Feramuz , seri bir hareketle belin’den çıkardığı hançeri askere vargücüyle öyle bir fırlattı ki, göksüne hançer saplanan askerin ayakları yerden kesildi adeta.Sarsılıp, geriye doğru sırt üstü yere çakıldı. Feramuz daha sonra elindeki kılıcıyla hamle yapıp, düşmanlardan bir kaçını safdışı bıraktıktan sonra , arkadaşını onların ellerinden kurtardı.Muhammet ona minnetle dolu bir bakış fırlattıktan sonra birlikte ” Allahuekber! “deyip, tekrar olunca gücüyle saldırmaya devam ettiler…
YA BAZ..!
Savaş, azınlıktaki müslümanların aleyhine dönüp,tam herşey bitmek üzereyken, o an herkeste şaşkınlık uyandıran garip bir durum tezahür etti. Epey kalabalık bir şahin kafilesi, aniden kanatlarını açıp, havada süzüldükten sonra, gagalarıyla düşman askerlerinin tepelerine öyle bir çöktüler ki;Askerler bir anda neye uğradıklarını şaşırıp, korunmak için sağa sola kaçıştılar…
Birden Şeyh San’anın gür bir sesle: Ya Baz !..’dediği duyuldu.
“Bu bir mucize “dedi Feramuz. Muhammet te tastik etti:” Allah inananlarla beraberdir. ” dedi.
“Öyledir” diye onlara seslendi Şeyh San’an. Karşısındaki düşman askerinin göksüne kılıcını sapladıktan sonra konuşmasına devam etti : ”
Bismillahirrahmânirrahîm
Elem tera keyfe fe’ale rabbüke biashâbilfîl
Elem yec’al keydehüm fî tadlîl
Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl
Termîhim bihicâratin min siccîl
Fece’alehüm ke’asfin me’kûl
(Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle
Görmedin mi Rabbin ne yaptı fil sahiplerine!
Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine sürü sürü kuşlar saldı.
Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.) Bu da böyle benzer bir mucize deyip, arkaşlarının gayretlerine gayret kattı…
Peki Şeyh San’an neden Şahinleri görünce, “Ya Baz! ” diye haykırmıştı. Gelin isterseniz bunun cevabını öğrenmek için Abdülkadir Geylani’nin çocukluk yıllarında gösterdiği bir kerameti anlatmakla başlayalım.
Daha on üç, on dört yaşlarında iken babasını kaybeden Geylani, Annesi tarafından çok iyi yetiştirilir.
Birgün bir işi nedeniyle gittiği yerden evine dönmek üzere olan anne, dönüş yolunda kötü niyetli bir adamın saldırısına uğrar… O an nereden geldiği belli olmayan Beyaz bir Şahin, gelerek, gagalarıyla adama saldırıp, onu kaçırtır… Boğuşma esnasında Annesinin başından düşen örtüyü, o Şahin, pençeleri arasına alıp, uçarak gözden kaybolur…
Akşam annesi oğluna bu garip durumu anlatınca, Geylani gülümseyerek dışarı çıkar; kısa bir müddet sonra elinde annesinin örtüsüyle geri döner…
“Al annecim , bu senin örtün değil mi?” der. Meğer o Şahin Abdülkadir Geylani Hazretlerinin ta kendisi imiş. O yüzden halk arasında Abdülkadir Geylani , yani Şahin anlamında, Baz Abdülkadir Geylani diye anılırmış.
Bunu öğrendikten sonra biz yine savaşa dönelim.
Papaz bir ara Humar Hatun’la göz göze geldi. Yayına sürdüğü oku kızına doğru çevirip, fırlattığında, birden o Şahinlerden biri havada süzülüp, yere hızla inerek, kanatlarını Humar Hatun’a kalkan yaptı. Humar Hatun kendini ölmekten kurtaran Şahin’in bu hareketini hayretle karşılayıp, hayran kaldı. Ok Şahin’in kanatlarını hafifçe sıyırıp, geçti.
Yanına konan Şahinin kanatlarında kanı görünce, hemen kuşağından sarı işlemeli mendilini çıkarıp, kanayan yeri alelacele sardı…
Şahin tekrar havalanıp uçtu gitti, savaşı yüksekçe bir kayanın üzerinde izleyen kralın tepesine konuverdi…
Kral ne yaptıysa kurtulamadı. Şahin öyle bir saldırdı ki; Kral sonunda dengesini kaybederek uçurumdan aşağı böğürtüler içinde yuvarlanıp, Cehennemi boyladı…
Müritler; Kralın uçurumdan aşağı düşüp, öldüğünü görünce ,hepsi birlikte tekbir getirip,daha büyük bir gayretle müşriklere saldırmaya başladılar…
Derler ki bir avuç müslümanın Şehit olurken”Allahuekber! ‘diye haykırmaları sebebiyle o dağlara Allahuekberdağları denmiş.