Anlamı Ararken Kaybolmak: Gerçekten Ne Arıyoruz?
Mutluluk için mi anlamı arıyoruz, yoksa anlam ararken kendimizi mi kaybediyoruz?
Sabah alarmı çalar. Kahvaltı yaparsınız. İşe gidersiniz. Gün, planlandığı gibi akar. Her şey “normal” görünür.
Peki o zaman içteki o derin, tarifsiz boşluğun sebebi nedir?
Tam da her şey yerli yerindeyken, neden hiçbir şey “tamam” hissettirmez?
Bu sessiz huzursuzluk, bize asıl soruyu sorduruyor:
Gerçekten anlamın peşinde mi koşuyoruz, yoksa bu koşuşturma içinde kaybolduğumuzu fark etmemek için mi bu kadar “meşgulüz”?
Düşünün!
Çocuk, kaybettiği oyuncağını arar; genç, kendini tanımlayacak bir kimlik peşinde koşar; yetişkin, “hayat amacı” denen pusulasız denizde yol alır.
Öğrenci, yıllarını “o” üniversite kapısına girmek için harcar. Başarır. İlk dönem coşkusu geçtiğinde ise kalakalır: “Ben gerçekten burada ne arıyorum?” Sınıflar, notlar, diplomalar… Hepsi orada, ama anlam nerede?
Anlam, ona doğru koşarken parlak, ele geçirildiğinde solan bir serap gibi…
Hedefe vardığımızda, zafer sarhoşluğu yerine çoğu zaman bir boşluk duygusu gelir.
Her bulunan anlam, bir başka anlamın kaybıdır çünkü. İnsan, bulduğuna alışır, onu sıradanlaştırır ve ardından yeni bir anlam boşluğu yaratır. İşte bu yüzden, anlam arayışı sık sık kendi zıddına, bir anlam yitimine dönüşür.
Modern çağda “anlam” sözcüğü, çoğu zaman “başarı”, “kariyer basamakları”, “ün” veya “statü” gibi daha somut, pazarlanabilir kavramlara feda ediliyor.
Sanki ulaşılacak bir zirve gibi sunuluyor bize: “Şu terfiyi al, anlamı bul!” “O evi satın al, mutluluğa kavuş!” Oysa o sözde zirveye vardığımızda çoğu zaman nefes nefese ve boşlukta kalıyoruz. Çünkü tırmanışın kendisi bizi soluksuz bırakıyor ve zirve, beklediğimiz manzarayı sunmuyor.
Dışarıdan bakıldığında “mükemmel” bir hayat süren, başarılarıyla parıldayan biri, içten içe tükenmişlikle boğuşabilir.
Çünkü dışsal ödüller (şan, şöhret, para) içsel boşluğu dolduramaz.
Anlam, dışarıdan verilen bir madalya değil, içeriden filizlenen bir duygudur.
Soren Kierkegaard bize şunu hatırlatır: “İnsan, henüz ne olduğunu bilmediği bir şeyi arayan varlıktır.”
Bu, arayışın doğası gereği sonsuz ve değişken olduğunu gösterir. Bugün bize “anlamlı” gelen, yarın boş bir kabuğa dönüşebilir. Her arayış, kaçınılmaz olarak bir yokluk duygusu üretir.
Peki ya bu kayboluş, bir keşfin başlangıcı olabilir mi?
Tüm maskelerin düştüğü, sahte hedeflerin çöktüğü o derin kriz anlarında…
İşte o an, gerçek sorgulama başlar: “Ben kimim?” Bu, sadece varoluşsal bir çığlık değil, aynı zamanda en saf anlam sorusudur.
Kendini kaybetmek, belki de özüne dönüşün ilk adımıdır. Tüm dış gürültü sustuğunda, iç sesi duymak mümkün olur.
Belki de asıl anlam, onu “bulmakta” değil, onun “peşinde olmaktadır.”
Çünkü bulunduğunda bitecek bir şey, gerçekten derin ve kalıcı bir anlam taşıyabilir mi? Sonsuz bir arayış, durağan bir “elde etmişlik” halinden daha zengin olmaz mı?
Bugün kaç kez durup “Neden bunu yapıyorum?” diye sordun kendine?
Gerçekten senin için mi, yoksa beklenenler için mi?
Sahip oldukların (işin, ilişkilerin, eşyaların) seni içten içe, derinden tatmin ediyor mu? Yoksa o tatminsizlik hissi sinsi sinsi kemiriyor mu?
Hayat, ulaşılan hedeflerin toplamı mıdır, yoksa o hedeflere giderken geçen yolda yaşadıkların mı?
Başarı belgesi mi önemli, yoksa yolculuktaki dönüşüm mü?
Hayat, belki de anlam arayışından ibarettir. Fakat bu arayış, bir “bitiş çizgisi”ne değil, sürekli bir dönüşüme götürür bizi.
Anlamı ararken kaybolmak, aslında insanın kendi içine doğru çıkılmış bir yolculuktur. O kayboluş anında hissettiğin o korku, o boşluk, seni asıl hakikate, kendi özüne yaklaştıran bir pusula olabilir.
Asıl soru şu:
Gerçek anlamı ararken mi kayboluyoruz, yoksa kayboldukça mı kendimizi buluyoruz? Cevap, belki de aramanın ta kendisinde gizli…

21 Ağustos 2025
0 Yorum
1 Görüntülenme
Anlamı Ararken Kaybolmak: Gerçekten Ne Arıyoruz?
tarafından Seyfettin Budak
Anlamı Ararken Kaybolmak: Gerçekten Ne Arıyoruz? Mutluluk için mi anlamı arıyoruz, yoksa anlam ararken kendimizi mi kaybediyoruz? Sabah alarmı çalar. Kahvaltı yaparsınız. İşe gidersiniz. Gün, planlandığı gibi akar. Her şey “normal” görünür. Peki o zaman içteki o derin, tarifsiz boşluğun sebebi nedir? Tam da her şey yerli yerindeyken, neden hiçbir şey “tamam” hissettirmez? Bu sessiz... Devamı