ASRIN YILDIZLARI
Karl Mannheim, “İnsan, cemiyetin sosyal ve tarihi yapısı hakkındaki en açık görüşe, ya o cemiyet içinde yükselirken, ya da düşerken ulaşır” diyor. “Gerçekten, tarihe ilginin arttığı çağlar, genellikle cemiyetin süratli değişme içine girdiği, yani düşüş ve çıkışların çoğaldığı zamanlardır.”
Toplumlar, durgun akan bir nehre benzer. Değişim ve dönüşüm bir anda, akşamdan sabaha gerçekleşmez. Uzunca bir dönemi kapsar. Her yeni düşünce bu toplumsal değişimi, dönüşümü tetikler ve geleceğin yol haritasını belirler.
Değişim, her zaman olumlu olmayabilir.
Her toplumsal yapı, kendi değişim tohumunu içerisinde taşır ve kendi sonunu hazırlayan düşünceleri kendi sinesinden çıkarır.
Her asır, bir sonraki asrın fikrini beşiğinde sallar, büyütür ve olgunlaştırır.
Normal zamanlarda bile, en azından bir kaç düşünür ya da bilgin, insanın üstünde kafa yorar. Toplumun bunaldığı anlarda ise, bu meseleler birdenbire, teorik olduğu kadar pratik ve düşünürler olduğu kadar sıradan insan için de olağanüstü bir önem kazanır. İnsanların büyük bir çoğunluğu, bunalımın kendilerini köklerinden söktüğünü, yıktığını, yaraladığını ve yok ettiğini görürler. İnsanların olağan hayatları altüst olur; alıştıkları hayat bozulur; koca koca insan grupları yerinden edilmiş ve suyun üstünde yüzen bir eşya yığınına dönüşürler. Sıradan insan bile şu soruları kendine sormaya baslar: Bütün bunlar neden oldu? Bir çıkış yolu var mıdır, nereye gidiyoruz?
Büyük düşünceler bir anda ortaya çıkmaz. Ya toplumsal yapının ciddi bunalım, felaket ve geçiş-çözülme dönemlerinde ya da bu gibi dönemlerin hemen öncesinde ve sonrasında ortaya çıkmışlardır. Başlangıçları belki önemsiz görülen bir fikirden doğabilir. Bir büyük eser, bir köşenin dönemecinde, bir pastahanenin masasında oluşabilir. Şimşek çakması gibidir. Şimşek çakmıştır, ancak, toplumun bu fikirleri kabul etmesi o kadar da kolay değildir.
Modern dünya kalbini kaybetmiştir. Kalbini ve ruhunu kaybetmiş bu dünyaya kim karşı çıkacak ve topluma yeni fikirleri kim sunacak? Bütün bu olup bitenlere karşı aydının, karşı çıkmasını ve topluma yol göstermesini bekleriz. Ancak bu beklentimiz boşunadır. Boşunadır; çünkü aydın mevcut sistemin sözcüsüdür ve bu sistemin ürünüdür.
Beslendiği ve emrinde olduğu sisteme başkaldırması asla mümkün değildir.
Toplumu bir piramit olarak düşünürsek, bu piramidin en tepe noktasında, asrın yıldızları yer alır. Onlar, her asırda bir elin parmakları sayısı kadardır. Sorulan yeni suallere yeni cevaplar bulmaya gayret ederler. Toplumsal çözülmenin nedenlerini inceler ve istikballe ilgili bir yol haritası oluşturmaya çalışırlar. Bu yıldızların altında ise, aydınlar yer alır. Geriye kalan ise halktır. Tarihin her döneminde halk, sahnenin dışındaki seyircidir ve yönlendirilir.
Asrın yıldızları, bir çağın çöküş dönemlerinde ortaya çıkarlar ve olup bitenler hakkında kafa yorarlar. Toplumu çürüten duyarsızlıkları, onları durağanlaştıran düşünceleri sorgular ve toplumun nerden gelip, nereye gittiği hakkında düşünürler. Çağın, diktatörlerine, sömüren sınıflara, insanlığı ezen sistemlere karşı başkaldırır ve kafa tutarlar.
Her değişim ve dönüşüm bu yıldızların fikirleriyle gerçekleşir. Onlar, bir asır sonrasının düşüncelerini dillendirirler. Aydınlar ise, mevcudun, kurulu düzenin emrinde olduklarından, sistemi sarsan bu yeni fikirlere karşı çıkarlar. Asrın yıldızları, çağın yalanlarına karşı, hakikati, esaretin yerine, özgürlüğü, haksızlığın yerine adaleti, uhuvveti müsavatı öne çıkarırlar. Kıyasıya bir kavgadır bu. Aydınlarla, asrın yıldızlarının kavgası. Kelimeler kavgayı kızıştırır. Sonra aydınlar onları suçlarlar, tehdit ederler ve itibarsızlaştırmaya çalışırlar. Ama bütün bunlar boşuna. Onlar fikirlerinden ve istikametlerinden asla vazgeçmezler.
Bütün düşünce ekolleri, felsefi mektepler, kültür sanat ve edebiyat akımları onların eseridir. Her yenilikte onlar vardır; her değişim onların açtığı yolu izler.
Akademi ve aydınlar, bu yeni ekolleri, kültür ve sanat hamlelerini, “Bunlar, kültür ve sanatı yıkmak istiyorlar, Bunlar, kuralsızlar, bozguncular” diye itham ederler. Önce karşı çıkılan bozgunculukla itham edilen bu ekoller, toplum tarafından kabul görünce, aydınların direnişi güçsüzleşip alt edilir. Sonra bu karşı çıkılan ekol, kişilik kazanır ve akademiye girer.
Akademide onlar adına kürsüler açılır, adlarına, sempozyumlar, paneller düzenlenir, her konuşmada onlardan bahsedilir.
Aslında onlar, adlarından çok söz edilmelerine rağmen, en az bilinen ve tanınan insanlardır. Ciddi anlamda bu düşünce adamlarının eserlerini kaç kişi okumuştur, onları anlamaya çalışmıştır? Herkes, Mevlana’dan, Farabi’den, Muhyiddin Arabi’den, ibni Rüşd’den, Gazali’den, İbrahim Hakkı’dan, El Kindi’den, Sühreverdi’den, İmam-ı Azamdan, Said Nursi’den, ilh. söz eder; ancak, gerçekte en az tanınan ve okunan o insanlardır.
Necip Fazıl’ın bir dizesinde dile getirdiği gibi;
“Bildim seni ey Rab bilinmez meşhur.”
Meşhurlar, aslında en az bilinen insanlardır.
Şimdi yeni bir çağdayız. Baskılarla zulümlerle karşı karşıyayız. Şarlatanlar, demagoglar iş başında. “Filozofların aydınlatamadığı toplumu şarlatanlar aldatır” diyor, Leroy.
Modern dünyanın dâhilere/ filozoflara ihtiyacı yok. Bütün algıları onlar yönetiyor.
“Demagog iyi bilen nasıl avlanır gafil,
Hakikati bayıltıp ırzına geçen sefil.”
Necip Fazıl
Dünya, bir meçhule doğru gidiyor. Tren raydan çıkmak üzere. Tahakkümler, zulümler, insan kıyımları, bombalar, sürgünler…
Kitleler, egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın girdabında perişan. İnsanoğlu, kalabalıklar içinde yapayalnız, kalabalıklar içinde kimsesiz, ve çaresiz…
Tüm insanlık, Tröstlerin, kartellerin, hegemonik güçlerin pençesinde kıvranıyor.
Düşünce tarlası çoraklaştı, tohum yok ki, başak versin. Rahmet yağmurları yerine, bela yağmurları yağıyor. Bu sisli havayı dağıtacak ilâhi düşüncelere ve yeni bir yol haritasına muhtacız. Yollar tuzaklarla dolu, etrafımız sfenkslerle kuşatılmış.
Bizim yeni bir imana, yeni bir anlayışa, yeni bir heyecana, yeni bir hikayeye, hayatı, insanı, eşyayı, kendimizi yeniden tanımlaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Yeni “Asrın Yıldızlarına” ihtiyacımız var. Önceki yıldızları takip ederek, okuyarak, tahlil ederek, bilenerek ve “vakti kuşanarak” diriliş çağını başlatabiliriz. Önce ülkemizi, sonra dünyamızı yaşanabilir kılabiliriz. Hadi ne duruyorsun, bilinç lambalarını yak ve bu zifiri karanlıktan kurtul, aydınlan ve aydınlat!…?
Zinnur Şimşek