Ateist ve Deist bilmecesi (6)
Evren Ayeti’ndeki Rabbimizin Fiilleri (Rububiyeti) Üzerinden, Allah’ın Sıfat ve İsimlerinin Delilleri
Tabiat aracılığıyla bize sunulan yiyecek ve içecekler, yalnızca birkaç çeşit olabilirdi. Ayrıca bu gıdalar, bu denli lezzetli ve sağlığımız için bu kadar çok faydalı da olmayabilirdi. Buna rağmen yine de yaşamımıza devam edebilirdik. Bu nimetlerde şahit olduğumuz merhamet, hikmet ve adalet (düzen), ancak kudretli bir iradenin tecelli etmesi sonucu oluşabilir. Dolayısıyla, üzerinde merhamet, hikmet ve adaletin (düzenin) baskın olduğuna şahit olduğumuz birbirinden lezzetli pek çok çeşit yiyecek ve içecek, “zorunluluk” sonucu oluşamaz.
En uygun ve ideal biçimde yaşayabilmemiz adına ihtiyacımız olan herşey, sonsuz ihtimalde bir ihtimalle her zaman adalet (düzen), hikmet ve merhametle var ediliyor. Bu durum, evrene müdahil bir aşkın varlığa ait irade sıfatının, Er-Rahman (çok merhamet sahibi), El-Hakim (her işi hikmetli) , El-Adl (her şeyi yerli yerine koyan) ismiyle tecelli ettiğinin bir göstergesidir. Her nimette şahit olunan düzen, lütuf, şefkat, merhamet ve hikmetin bir ilimle tecelli etmesi, ancak bir irade sonucu gerçekleşir.
Bu bilgiler sayesinde, mutlak olarak “zorunluluk” ve “nedensellik” ilkesiyle varlığın her daim oluştuğuna dair bir inancın, akleden bir kalp ile ters düştüğü anlaşılır.
Aynı şartlarda bin kere deney yapsak, bininci kez aynı sonuç çıkıyor. Bininci deneyde de aynı sonuç çıkacağına inanılıyor. Bu inancın sebebi, deneylerin süreciyle ilgili geçmişte yapılan gözlemlerdir. Bilimin yaptığı, aslında neden-sonuç ilişkisini ayrıntılı gözlemlemektir. Fakat geçmişteki ve günümüzdeki bilimsel gözlemler, bir deneydeki neden-sonuç ilişkisinde yer alan “neden”e neyin etki ettiğini açıklayamıyor. Buna “nedensellik sorunu” diyoruz.
Natüralist felsefe inancına sahip kimseler, sonuca etki edenin yalnızca gözlemlenen “neden”in olduğunu belirtiyor. Bilimin içine sokuşturulmuş natüralist felsefe, bu inancını bilim kılıfı altında objektiflik olarak sunuyor. Fakat bilimin yaptığı yalnızca süreçleri gözlemlemektir. Süreçleri gözlemlerken, sonuçtan önce geldiğini gördüğümüz “neden”e neyin etki edip, etmediği laboratuvarda deneye tabi tutulmuş değildir.
Dolayısıyla sonuca etki edenin sadece” neden” olduğunu söylemek de, bir Yaratıcı olduğunu söylemek de bir inançtır. Bilimsel olarak neden-sonuç süreçlerinin gözlemlenmesi sonrasında yapılan her yorum bir inançtır.
Neden-sonuç ilişkileri varlığı oluşturan değil, sadece varlığın işleyişini anlamamızı sağlayan bir süreçtir.
İmam Gazali, “nedensellik sorunu” üzerine düşünmüş ve çok zekice bir yorum yapmıştır. Naturalistler, “nedensellik” üzerine olan inançlarını bilimin içine sokuşturarak bile, Gazali’nin bu yorumuna bir cevap veremiyor. Gazali’nin, “nedensellik” konusundaki ateş ve pamuk örneği meşhurdur. Gazali, bir ateşle pamuğu yaktığımızda, pamuğun yanmasındaki nedenin ateş olduğunu söylemenin bir yanılma olduğunu vurgular. Çünkü gözlemci birinin yaptığı sadece süreci gözlemlemektir.
Gazali, ateş ve pamuk örneğindeki yanılmayı, eşek örneğiyle izah etmeye çalışır… Diyelim ki, iki eşek bir yere bağlı duruyor. Her gün ilk eşeğe biri binip onu götürdükten bir müddet sonra, ikinci kişi diğer eşeğe biniyor ve ikinci eşeği götürüyor. Bir gözlemci her gün gözlemlediği bu deneyimlerine dayanarak, ikinci eşeğin hareket edebilmesi için önce birinci eşek hareket etmelidir, sonucuna varır.
İkinci eşek, ilk eşeğin ilerlemesine bağlı olmadan ilerleyebilir ama gözlemcinin süreci gözlemlemesine göre ikinci eşeğin ilerlemesinin tek nedeni, birinci eşeğin ilerlemesi oluyor. “Nedensellik” bundan dolayı hiçbir zaman açıklanamaz. Bir şeyi bin kere gözlemlememiz sonucunda, bin birinci kez de aynı şeyin olacağına inanılır. Ama bin birinci kez aynı şey olmayabilir. Her daim beyaz kuğular görmemiz, siyah kuğunun hiç var olmayacağı anlamına gelmez.
Ayrıca bin birinci deneyde, bir önceki deneydeki gibi yine aynı sonucun çıkacağını varsaymak, evrende bir düzenin var olduğu hususunda bir inançtır. Natüralist felsefe, bir düzen olduğu varsayımıyla (inancıyla) bilim yapılabileceğini belirtir. Evrenin tamamında düzen olup olmadığına bakılamadığından, bir düzen olduğu varsayılır. Bu, inancın bir konusudur. Ayrıca natüralist felsefede, evrenin gerçek olduğu varsayılarak (inanılarak), bilim yapılabileceği belirtilir. Bu da bir inanç konusudur. Natüralist felsefenin bu gibi inançlarla bilim yapılabileceğinden bahsediyor olduğu, pek çok Ateist tarafından bilinmiyor.
Bilimsel verilere göre insan gözü sınırlıdır. Mikroorganizmalar ve atomları, çıplak gözle göremeyiz. Evrenin ucak bucak köşesinde ve evrenin ötesinde nelerin var olduğunu görmüyor oluşumuz da, gözümüzün sınırlı olmasıyla ilgilidir. Evrende göremediğimiz pek çok galaksinin var olduğuna, yine de inanırız.
Her daim evrene müdahale eden bir varlığın hakikaten var olduğunu görmüyor oluşumuz, gözümüzün aciz ve sınırlı oluşuyla yani bizim aciz oluşumuzla ilgili bir durumdur. Görmesek de gerçekleşen fiillerden faili anlayabiliriz. Maddi gözümüzün erişemediği yere akıl gözüyle erişmeye çalışarak, sorularımızın cevaplarını bulmaya çalışırız. Zaten bu sayede bilim yapabiliriz.
Evrendeki her yeni faaliyette bir amaç ve hikmet olduğuna göre “nedensellik” silsilesi hikmet sahibi bir yaratıcıya kadar varır. Her şey birbirinin nedeniyse, “nedensellik” tabiatı gereği bir ilk nedene ihtiyaç duyar. Bu da zorunlu varlığa işaret eder.
Bir yazılımcı, sistemli çalışan bir yazılımda bile, yapılacak her bir yeni iş için yeni bir kod yazıyor. Kodların (nedenlerin), yapılacak bazı yeni işler için bazı kurallara göre devamlı yazılıyor olması; canı, ilmi, iradesi, kudreti olan ve her zaman faal bir yazılımcıya işaret eder. Aklı ve bilimi referans aldığını söyleyen, evrenin ve insanın yaratıldıktan sonra başıboş bırakıldığına inanan Deistlerin, bu gibi izahatlar karşısında bir karar vermesi gerekir.
Evrendeki işleyişin her an devam ettirilerek, DNA’ları farklı olan ve birbirine benzemeyen varlıkların her daim var edilmesi, yazılımcı örneğindeki gibi nedenlere müdahil olunduğuna işarettir. Yazılımda yer alan cansız, ilimsiz, kudretsiz kodlar (nedenler), ilim ve hikmetle bir yazılımı var edemediği gibi, evrendeki her an var olan değişiklikleri; cansız, ilimsiz, kudretsiz olan tabiat, yasalar ve sebepler de bir ilim ve hikmetle var edemez. O zaman her ana müdahil bir Yaratıcı olmak zorundadır.
Evrendeki her şeyin bir amacı ve hikmeti olmasına rağmen, insanın var edilmesinde bir amaç olmaması, (haşa) hikmetsiz bir iş olurdu. Sonsuz hikmet, kudret, ilim, merhamet, irade sahibi olduğunu, yarattıkları üzerinden gözlemleyebildiğimiz Yaratıcı, insanı amaçsız ve hikmetsiz bir gayeyle yaratmaz. Çünkü (haşa) sonsuz hikmet sahibi olmasına rağmen hikmetsiz bir iş yaptığını hiçbir insana düşündürtmek istemez. Noksanlıklardan münezzeh olduğuna şahit olduğumuz Yaratıcıya hikmetsizlik yakıştırılamaz. Yaratıcıya inanan bir Deistin bu hakikatler karşısında düşünerek, bu delilleri referans alarak yaşamayı tercih etmesi elzemdir.
Evren göremiyor, duyamıyor, akledemiyor, konuşamıyor, irade edemiyor, ilim öğrenemiyor ama insan bunları yapabiliyor. Şaheser olan insan, küçücük haliyle evrene göre daha üstün sanatlı yaratılmış, evrene göre daha kıymet verilerek yaratılmıştır. Böyle bir kıymet verilerek yaratılan insanın, başıboş bırakılması mümkün mü? Göklere ve yere bir bakalım, amaçsız mı yaratılmış?
Zerreden küreye herşeyin bir görevi ve amacı varken, yaşamın sürekliliği için her daim devam ettirilen gerekli sayısız faaliyet adedince masraf yapılmış insanın, toprak olmak için yaratılmış olması, sonsuz hikmete ve merhamete sığar mı? Ayrıca, insanların yaptığı iyi işlere mükafat ve kendilerine karşı işlenen suçlara ceza verilmeden, bir daha diriltilmemek üzere toprak olmaları, sonsuz merhamet ve adalet sahibine yaraşır mı?
İnek yemyeşil ot yiyor, karnındaki kan ve fışkının arasından karışmadan çıkan, içenlere lezzet veren ve boğazdan kolay geçen bembeyaz süt çıkıyor. Sütün mucizevi bir şekilde merhamet, ilim, hikmet, kudret ile yaratılması söz konusudur. Her gün bu gibi yeni yaratılmalara şahit olunuyor. Ateistler ve bazı Deistler, bu gibi yaratılmaları, tabiattaki kurulmuş düzene ait bazı yasalara ve sebeplere vererek, kainatın kurulmuş bir saat gibi çalıştığına inanıyor. Kainattaki atomlar adedince ilahın olduğunu kabul etmek anlamına gelir.
Arılar doğar doğmaz bal yapmaya başlıyor. Arılar doğduktan hemen sonra bal yapacağını ve kovandaki kademesini anlıyor. İşçi arı ve Kraliçe arı görevinin ne olduğu anlayabiliyor. Arılar faal bir biçimde, aynı karından karıştırmadan ayrı ayrı zehir ve bal yapıyor. Arılar hiç durmadan, yorulmadan bir amaca yönelik çalışıyor. Yapılan bilimsel araştırmalara göre, sonradan öğrenilen bu gibi bilgiler DNA’ya kalıtımsal olarak geçmez. Bu durum, arıya bir emirle vahyedildiğinin delilidir. Arıyla kelam sıfatıyla bu şekilde konuşan Yaratıcı, mahlukatın en şereflisi, en kıymetlisi ve kainatın hizmet ettirildiği insanla mı konuşmayacak?
İnsanda konuşma özelliği ve hayvanların kendi arasında iletişim kurabilme özelliği olduğuna göre, onlara bu özelliği veren Yaratıcının da iletişime geçmek adına, bilemeyeceğimiz bir şekilde konuşma (kelam) sıfatının olduğunu anlarız. İletişime geçebilme ve konuşabilme özelliğini verebilen, elbette bilemeyeceğimiz bir mahiyette konuşabilecek güçtedir.
Konuşabilen, akledebilen, ilimli bir insan olarak gönderdiği peygamberler ve kitaplar aracılığıyla Yaratıcının konuşmaması mümkün mü? Arılar gibi canlı-cansız diğer varlıklar, kendilerine vahyederek konuşan Yaratıcının ilahi emrini dinleyerek, görevlerini yerine getiriyor. O zaman insanoğluyla da vahiyle konuşulması şaşırtıcı olmamalıdır. Gören göz, işiten kulak, düşünebilen akıl, tercih edebilen irade ve konuşan dil verilerek, evrene kıyasla bu denli kıymet verilerek yaratılmış ve evrenin hizmet ettiği insana, Yaratıcının kendini tanıtıp, emirleriyle konuşmaması hiç düşünülebilir mi?