Ateist ve Deist Bilmecesi (8)
İnsan (biyoloji, fıtrat, akıl, kalp) ayetindeki Rabbimizin fiilleri (Rububiyeti) üzerinden, Allah’ın sıfat ve isimlerinin delilleri
Topraktaki elementler, hassas ayarlarla bir araya getirilerek insan denen bir canlı var edilmiştir. İnsan bedeninde gerekli olan her element, belirli değer aralıklarında var olabilmektedir. Bu belirli değer aralığında herhangi bir sapma olduğunda bedendeki düzende bozulmalar, hastalıklar meydana gelir. Bazı durumlarda ölümle bile sonuçlanabilir.
İnsan bedeninde yaklaşık 1,2 kg kalsiyum bulunmaktadır. Eğer bu kalsiyum miktarında büyük ölçüde azalma olursa, bir meyveyi ısırmamızda bile dişlerimiz parçalanabilir. Vücudumuzun 120 gr kadar potasyuma ihtiyacı vardır. Vücudun ihtiyacı olan potasyumun eksikliğinde; kas ağrıları, kramplar, yorgunluk, bağırsak rahatsızlıkları, kalp çarpıntısı meydana gelir. Vücudumuzda olması gereken çinko miktarı, 2-3 gr’dır. Bu maddenin eksikliğinde ise hafıza kaybı, hareket gücünün azalması, koku ve tad alma duyusunun zayıflaması ortaya çıkar. Yetişkinlerde günlük selenyum ihtiyacı 55 mikrogram’dır. Selenyumun eksikliğinde kas zayıflar, kalp ve damarlardaki esneme kabiliyeti bozulur.
İnsan vücudunun %65’i oksijen elementinden oluşmaktadır. Oksijen büyük oranda akciğerlerimizde ve kanımızda yer alır. Sağlıklı bir şekilde yaşayabilmek için vücudumuzun ihtiyacı oranında oksijenin vücudumuzda olması da tek başına yeterli değildir. Düzenli bir şekilde işleyen hiç şaşmayan bir sistemle, oksijenin bedenimizin anlık ihtiyacına göre kullanılabilmesi gerekiyor. Bu düzenli işleyişin, bir ilim, irade ve merhametle vücudumuzda her daim olduğunu, hemoglobinin işleyişini incelememiz sayesinde kendimize bazı sorular sorarak iyice anlamış oluruz.
Oksijeni taşıyacak hemoglobinin, en uygun boyut ve şekilde hücre yapısı nasıl oluşabildi? Kanın içindeki hemoglobin, nereye ve ne kadar oksijen vereceğini nasıl bilmektedir? Hemoglobin, oksijenle karbondioksiti hiçbir zaman karıştırmadan her zaman doğru yere doğru ölçüde molekülü (oksijeni) verip, doğru yerden doğru molekülü (karbondioksit) almayı nasıl becerebilmektedir?
Cansız, akılsız, ilimsiz, iradesiz hemoglobin, akciğerlerden oksijeni alıp, karbondioksiti bırakmayı nasıl yapabiliyor? Kaslara gelindiğinde hemoglobininin oksijeni bırakıp, karbondioksiti alabilmesini her daim sağlayan nedir? Vücudumuzun içerisindeki bu tür mükemmel faaliyetlerde farkedilen; akledebilme, irade edebilme, ilim sahibi olunması gibi sıfatların kime veya neye atfedileceği sorusu aklımıza hiç gelmez mi?
Derin bir ilim, hikmet, şefkat barındıran sayısız işleyişin, faaliyetin oluşabilmesini; ilmi, şefkati, iradesi, aklı olmayan cansız atomların, “Zorunluluk” gereği hareket ederek bir nizam oluşturduğuna inanmak mı daha rasyoneldir? Yoksa cansız, ilimsiz, şefkatsiz atomlara düzenli işler yaptıracak, bir ilk neden olan varlığı zorunlu zatın, derin bir ilim, hikmet, şefkatle varlığa müdahil olduğu inancı mı daha mantıklıdır?
Kimileri, topraktaki elementlerle var olan insan vücudundaki düzeni ve hassas ayarlı tabiattaki düzeni, atomların nedenler üzerinden devam ettireceğine inanıyor. Kimileri ise ilk neden olan Yaratıcının devam ettireceğine inanıyor. Sonuçta ikiside birer inançtır. Her Halükarda bir inancın olması kaçınılmazdır. O zaman en makul olanı, gözlemleyebildiğimiz her işleyişe müdahil bir Yaratıcıya inanmaktır.
Neden mi?
Her insan için tek göz yerine iki göz, tek kulak yerine iki kulak verilmiş olması, irade sahibi, ilimli ve hikmetli bir zorunlu varlığın düzeni sağladığına kuvvetli birer delildir. Tonlarca ağırlıktaki yağmur toplu halde birden inebilecekken, canlılar ölmesin diye tane tane indirilmesi; topraktan bir kaç çeşit yiyecek ürün verilebilecekken pek çok çeşit yiyeceğin verilmesi gibi hakikatleri, yüce bir merhamet sahibine bağlamazsak nereye bağlayabiliriz ki? Kör, sağır, akılsız, cansız tabiatın merhametine mi bağlamak daha mantıklı yoksa, varlığı zorunlu olan yüce bir merhamet, ilim, hikmet, kudret, irade ve hayat sahibi olan varlığa mı bağlamak daha mantıklıdır?
Allah’ın varlığı ve birliğinin hikmetle anlatılmasıyla, Ateistin veya Deistin zihninde, şu an evrene ve insana müdahil olan bir Yaratıcının olma ihtimali, iki ihtimalden biri olarak görülmeye başlanabiliyor. Diğer ihtimal ise “evrene ve insana müdahil olunmadığı” inancıdır. Ateist veya Deistin zihninde, iki ihtimalli böyle bir ikilem oluştuğunu soru sorarak öğrendiğimize, aşağıda bahsettiğimiz diğer imani kaidelerin delillerini de dile getirmeye artık başlamalıyız…
Rasulullah’ın, Kur’an-ı Kerim’in ve ahiretin hak olduğuna dair delillerin, tevhidi imana katkısı
Her an hiç durmadan sayısız rahmet nişaneleriyle bu kadar masraf yapılan insanın hikmetsiz bir sebeple var edilip, yok olacağı zannı; akla, mantığa, fıtrata, kalbe, evren ve insan ayetindeki her hikmete ters düşer.
Kainat okulunda, kainat ve insan ayetini bize Allah’ın sıfat ve isimleriyle ders veren, bize yaradılış gayemizi ve sorumluluklarımızı bildiren bir muallimin (peygamberin) olması, kainatta her an var olan sonsuz merhamet ve hikmetin gereğidir. Kainat okulundaki muallimin görevini yapabilmesi adına, Allah’ın sıfatlarını ve isimlerini bildiren, yaradılış vazifelerini açıklayan bir müfredatın olduğu ders kitabının (Kitabullah’ın) gönderilmesi, kainattaki sonsuz hikmet, merhamet ve ilmin gereğidir.
Peygamberin ve bir ilahi kitabın gönderilmesi, evren ve insan ayetindeki şahit olduğumuz sayısız Er-Rahman, El-Hakim, El-Alim isimlerinin neticesidir. İlahi bir kitabın ve peygamberlik makamının olması gerektiğini, tecellileriyle bize öğreten bu isimlerin kuvvetli birer delil olduğunu, Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden yapılan çıkarımlarla öğrenebiliyoruz.
Peygamberin ve bir ilahi kitabın var olması gerekliliğini izah ettikten sonra Peygamberimizin (a.s) ve Kur’an-ı Kerim’in hak olduğunu da biraz izah etmeye çalışalım…
Rahman suresi 5. ayeti, Enbiya suresi 30. ayeti, Enbiya suresi 33.ayeti insanlara okuyan ümmi bir zatın, bu bilimsel verileri bilmesi mümkün değildir. 14 asır önce bilinemeyecek bu bilimsel bilgileri bildiren ancak kainatın Yaratıcısı olabilir. Dolayısıyla bu tür ayetler hem Kuran-ı Kerim’in Yaratıcıdan gelmiş bir kitap olduğunu, hem Rasulullah’ın Yaratıcı tarafından bunları bize bildiren bir elçi olduğunu, hem de hayata müdahil bir Yaratıcının varlığını kanıtlamış olur.
Rum suresi 2-4. ayette, Nur suresi 55. ayette, Kamer 45-46. ayette, Nasr suresi 1-3. ayette gelecekten haber veriliyor. Gelecekle ilgili bu haberlerin gerçekleştiğini Siyer ilmi bize bildiriyor. Bu gayba ait bilgilerin vuku bulması; Yaratıcının, Rasul’ün ve Kitabullah’ın hak olduğunun delilidir.
İkilemde kalan dini inançsız kişi, “ya bunca delil doğruysa?” diye düşünerek, hidayete erebilmesine imkan oluşabilir.
Her bir dini inançsızı sarsabilecek olan Rasulullah’a ve Kitabullah’a imana dair bahsettiğimiz bu deliller, Rasulullah’ın ve Kitabullah’ın bahsettiği Allah’ın varlığı ve birliği hakikatine de birer akli delil teşkil eder. Akli deliller de güven (iman) duygusuna dönüşerek aynı zamanda kalbi birer delil olur.
Küfürden uzaklaştırıcı, caydırıcı etkiye sahip ahiretin var edileceğine dair delil olan ayetler de, Allah’ın varlığı ve birliği hususunda bir inancın oluşmasına katkı sağlar.
Ateizm ve deizme nasıl düşüldüğünü, manevi sünnetullah’ın işleyişini dikkate alarak anlamaya çalışalım:
Okullarımızda yer alan natüralist eğitim müfredatında, evrendeki işleyişin sadece bazı yasalara, bazı nedenlere bağlanmasından dolayı, Yaratıcıya bir ihtiyacın olmadığı hususunda bir inanç veya bir algı oluşuyor. Sayısız varlığın bir amaca göre var edildiği kendisine hatırlatılmayan bu kimseler, kendilerinin amaçsız var edildiğine inanabiliyor. Uzak bir Allah inancı anlayışının, oluşma süreci başlıyor.
Böylece duaya, peygambere, ilahi kitaba, ahirete yani kısacası herhangi bir dine olan ihtiyaçları zamanla azalıyor. Bu yüzden tevbe edilmeyerek devamlı işlenen günahlar, kalbin git gide siyah noktalarla kararmasıyla azıcık kalmış taklidi imanı daha da azaltıyor. İmani hakikatlere dayandırılmamış iman, yerine getirilmeyen salih amellerin günahıyla, giderek her geçen gün yokuş aşağı azalıyor. Artık rahatça, pişman olunmadan günahlar işleniyor. İşlenen günahlara karşı hiçbir pişmanlık oluşmamaya başlıyor.
Daha sonra imanın dip seviyeye düşmesi nedeniyle birey, işlenen günahların kalbinde pişmanlık oluşturmayacağı dinsizlik inancına rağbet ediyor. Herhangi bir dine ihtiyacının olmadığını düşünerek, rahatça günah işleyebileceği bir özgürlüğe sahip olmak istiyor. Bundan dolayı çeşitli gerekçelerle, dini inançsızlık olan deizmi ve ateizmi tercih ediyor.
Amelde/pratikte deist olunması, itikadın zayıf olmasıyla ilgili bir durumdur. Tahkiki imanı olmayanın, ilahi emir ve yasaklara hiç uymayanın, küfre götüren çeşitli gerekçelere karşı kalkanı yoktur. Böyle bir ameli deisti, dini öğretiler, emir ve yasaklar rahatsız etmeye başlar. Ameli deistin itikadı zayıf olduğundan, tevbesini yapmadığı günahlarının yüzünden, git gide siyah noktalarla kararan kalbiyle, taklidi imanı her an tamamen ortadan kalkabilir. Böylece küfre girmeye razı olması an meselesi olur.
Suat Altınbaşak