DİJİTAL DÜNYADA KAYIP NESİLLER
Biz Âdem nesli, her çağda kendimizi farklı biçimlerde tutsak ettik. Kimimiz zincire vuruldu, kimimiz ideolojiye, kimimiz alışkanlıklara… Ama hiçbiri bu kadar sessiz, bu kadar görünmez, bu kadar kabul görmüş bir esaret biçimi değildi.
Dijital bağımlılık.
Bugün sabah gözünü açan bir bireyin ilk yaptığı şeyin telefonuna bakmak olması tesadüf değil. Uyandıktan sonra ilk dokunduğumuz nesne artık yastık değil, ekran. Saniyeler içinde WhatsApp’tan gelen mesajları, Instagram’da kim ne yapmış, TikTok’ta hangi video viral olmuş diye kontrol etmeye başlıyoruz. Gözlerimiz daha tam açılmadan bile beyin, dijital dünyanın sonsuz akışına dalmış oluyor.
Bir Bağımlılığın Evrimi: 2000’lerden Bugüne…
İlk akıllı telefonlar 2007’de hayatımıza girdi. Başlangıçta bir kolaylıktı. Haritalar elimizin altındaydı, mail kontrolü anlık yapılabiliyordu, arkadaşlarımızla anında bağlantı kurabiliyorduk. Fakat teknoloji ilerledikçe kullanım da “ihtiyaçtan” çıkıp bir “alışkanlığa”, sonra da bir “bağımlılığa” dönüştü.
Artık iş yerlerinde, okullarda, evlerde insanlar birbiriyle değil, cihazlarıyla konuşuyor. Aile sofraları sessiz, çünkü herkesin elinde bir ekran var. Çocuklar oyun parkında değil, tablet başında büyüyor. Gençler romantik ilişkilerini yüz yüze değil, emoji ve GIF’lerle kuruyor ve tüm bu tabloyu normal kabul ediyoruz.
Dijital bağımlılık yalnızca zamanımızı değil, odaklanma yetimizi de elimizden alıyor. Sosyal medya uygulamaları, tasarımları gereği beynimizin ödül mekanizmasını hedef alıyor. Her yeni bildirim, her yeni “like” bizi biraz daha platformlara bağlıyor. Dopamin salgısı artıyor ve biz farkında olmadan bu kimyasal mutluluğa bağımlı hale geliyoruz.
Bir metni baştan sona dikkatle okuyamayan, beş dakikalık videoyu bile ileri sararak izleyen, derin düşünceye yer bırakmadan sürekli akan içeriklere alışmış bir nesil doğuyor. Okumayan, düşünmeyen, sadece tüketen bir toplum yaratılıyor.
Sosyal Medyada Sosyalleşemeyen İnsanlık…
İronik ama gerçek; sosyal medya bizi birbirimize yakınlaştırmadı. Aksine, her geçen gün daha fazla yalnızlaştırdı. Evet, herkesle “bağlantılıyız” ama kimseyle gerçekten “ilişkimiz” yok. Paylaşımlarımız beğeni toplasın istiyoruz ama içten bir selam verecek komşumuz kalmadı.
Sanal alemde binlerce arkadaşımız var ama içimizi açabileceğimiz bir kişi yok. Profil fotoğrafımızda gülen yüzümüzle sergilediğimiz o yapay mutluluk, çoğu zaman ekran kapandığında yerini derin bir boşluğa bırakıyor.
Çocuklar En Büyük Kurban
Belki de bu bağımlılığın en trajik boyutu, çocuklarımız üzerinde bıraktığı etkilerde yatıyor. Tabletle susan çocuklar, gerçek dünya ile bağ kuramadan büyüyor. Motor becerileri gelişmeden ekranlara gömülüyorlar. Pedagoglar uyarıyor: Erken yaşta maruz kalınan dijital içerikler, beyin gelişimini olumsuz etkiliyor. Ancak biz, “çocuk oyalansın” diye onlara ekran sunmaya devam ediyoruz.
Çocuklar dijital dünyada değil; sokakta, çamurda, kitapta büyümeliydi. Ama biz, o dünyayı onlara elimizle verdik. Şimdi sonuçlarına katlanıyoruz.
Peki, Çözüm Var mı?
Çözüm, kesinlikle dijital teknolojiyi reddetmek değil. O, artık yaşamın kaçınılmaz bir parçası. Fakat önemli olan, onu nasıl kullandığımız.
Dijital detoks günleri düzenlenmeli. Haftada en az bir gün ekranlardan uzak kalınmalı.
Çocuklara ekran değil; kitap ve doğa sunulmalı.
Okullarda dijital okuryazarlık eğitimi verilmeli; teknolojiyle sağlıklı ilişki nasıl kurulur, öğretilmeli.
Aile içi iletişim yeniden inşa edilmeli. Yemek masalarında telefonlar değil, sohbetler olmalı.
Ve en önemlisi; bireyler, kendi tüketim alışkanlıklarını fark edip değiştirmeli. Çünkü her büyük dönüşüm, bireyde başlar.
Bir Ayna Tutalım Kendimize
Dijital bağımlılık, yavaş yavaş ama derinden bizi dönüştürüyor. Düşünme biçimimiz, hissetme şeklimiz, iletişim tarzımız değişiyor. Bir sabah kalktığımızda robotlaşmış bir topluma uyanmamak için, bugünden kendimize şu soruyu sormalıyız:
Bu hayatı gerçekten biz mi yaşıyoruz, yoksa algoritmalar mı bizim yerimize karar veriyor?
Yeni polisiye aşk romanımız “Eylül – Cumhuriyet Savcısı” çok yakında çıkıyor. Keyifle okuyunuz.
Allah’a ısmarladık, hoşça kalın.