Hayızlı iken oruç tutulamayacağının Kur’an’daki Delilleri (1)
Karşıt görüşten olan bazı kimselerin şöyle bir iddiası var:
“Bakara’222’ye göre hayızlı kadın eza dönemindedir. Bu bir sıkıntı halidir, rahatsızlıktır yani hayızlı kadın hastadır, hayızlı kadın kendini hasta olarak hissettiğinde, Kur’an’da (Bakara/184) hastanın oruç tutamayacağı durum için “tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar” ifadesi olduğundan o zaman daha sonra oruç tutar. Hayızlı kadın, kendisini hasta hissetmediğinde hayızlı olduğu halde oruç tutabilir.”
Bu iddiaya cevap verelim:
Halbuki Kur’an Bakara/222’de hayızın bir eza yani eziyet olduğunu söyler. Hasta diye belirtmez. Hayızlı kadın için “hasta” ifadesi hiçbir ayette yoktur. Eğer hayızlı kadın hasta olsaydı, Bakara/222’de hayızlı kadın için “iyileştikleri vakit” ifadesi olurdu ama bunun yerine “temizlendikleri vakit” denmektedir.
Bakara/196’da ve Nisa/102’de hasta olmak ile eza (eziyet) birbirinden ayrı zikrediliyor. Bu gösteriyor ki hasta olmak ve eza aynı şey değil, birbirinden farklı şeylerdir. Dürüst olmamız gerektiğinden şunu belirtmek de fayda var ki, bu ayetlerde bahsedilen eza (eziyet), hayızlı kadındaki eza (eziyet) değil. Ama bu iki ayet, yaşanan bir eza (eziyet) hali “kesinlikle hastalıktır” düşüncesinin doğru olmadığını anlamamızı sağlar.
Ayrıca bir hayızlı kadın doktora gitse, “hayızlı olmamdan dolayı hasta oldum” dese, doktor “bu bir hastalık değil, bu doğal bir durumdur” der. Hatta hayız görmemek bir hastalıktır. Uzun süredir hayız görmeyenler doktora gider, doktor ilaç yazar. Uzun süredir hayızlı olmayan kadın hayızlı olabilmek için bu ilacı kullanır.
Hayızlı olmak, tıpta “menstruasyon” olarak tanımlanır. Kadının üreme sisteminin normal ve sağlıklı çalıştığının bir göstergesidir. Yani, hayızlı olmak “hasta olmak” değil, doğal ve fizyolojik bir süreçtir.
“Hayızlı kadın oruç tutabilir” görüşünde olan günümüzdeki bazı ilahiyatçılar bile hayızlı olmanın, hastalık olmadığını kabul etmektedir.
Bir insan uzun süre spor yapar, kolları ve ayakları ağrır, yorgunluğundan kendini halsiz hissederek yatağa uzanır, dinlenmek zorunda kalır, kendini iyi hissetmez. Ama bu ayak ve kollarındaki ağrı bir hastalık değildir. Çünkü bu ağrı, spor yapması sonrası kol ve ayaklarındaki kas üretiminin sonucudur. Bu kişinin bu şekilde kasları gelişmekte, vücudu güçlenmektedir. Doktora gidip bu hissettiği ağrılarıyla ilgili hastalığın ne olduğunu sorsa, “Bu bir hastalık değil, kas üretiminin doğal sonucudur” cevabını alır.
Aynı şekilde, kadın hayız olduğunda da ağrı, sancı, halsizlik ve çeşitli sıkıntılar yaşar. Ama bu da bir hastalık değildir. Çünkü hayız, kadının doğurganlığını sağlayan doğal bir süreçtir. Menstruasyon, kadının üreme sisteminin sağlıklı çalıştığının bir göstergesidir. Yani yaşanan rahatsızlık, faydalı bir biyolojik işleyişin doğal sonucudur.
Sonuç olarak, kas ağrısı nasıl ki kas üretiminin faydalı bir sonucu olup hastalık değilse,
hayızlı kadının yaşadığı sıkıntılar da doğurganlığı sağlayan faydalı bir sürecin sonucu olup, hastalık değildir.
Anlaşıldığı üzere Kur’an ve bilimsel bilgiler ışığında hayızlı kadının hasta olmadığı ortaya çıktı. O halde hastalık üzerinden yapılan aşağıdaki iddia çürütülmüş oldu.
“Hasta olan hayızlı kadın, kendini hasta olarak hissetmediği durumda, halen hayızlı olsa bile oruç tutabilir.”
Hastalık üzerinden belirtilen bu iddia çürütülmüş oldu. Çünkü hayızlı kadın hasta değil, Kur’an’a göre eza (eziyet) hâlindedir. Buna rağmen, hayızlı kadını hatalı biçimde “hasta” kabul edip, “hayızlı kadın kendini hasta hissettiğinde Bakara 2/184’e göre oruç tutmaz ve tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar, kendini hasta hissetmediğinde ise Ramazan’da oruç tutabilir” demek doğru değildir. Zira hayızlı kadın hasta değildir. Bakara/222 hayızlı kadının eza halinde olduğunu belirtir yani ayet bu konuda sadece hayız=eza (eziyet) hakikatini vurgular.
Öncelikle hayız ile hastalık arasındaki fark Kur’an’ın kendi dilinde çok açıktır. Bakara/222’de “hayız = eza (eziyet)” vurgusu yapılırken, Bakara/184’te “hasta (meridan)” kavramı kullanılmıştır. Kur’an’da geçen kelimeler, birbirinin aynıymış gibi birbiri yerine kullanılmaz. Eğer hayız, “hasta olmak” demek olsaydı, Bakara/222’de Allah hayızlı kadın için “temizlendikleri vakit” ifadesi yerine “iyileştikleri vakit” ifadesini belirtirdi. Bu bile tek başına “hayız = hastalık değildir” hakikatini ortaya koymaktadır.
Hayızın bir hastalık değil de, doğal bir biyolojik süreç olduğu Kur’an ve tıp ilmi açısından sabittir. Zira hayız görmek doğurganlığın işaretidir, hayız görmemek ise hastalık olarak değerlendirilir. O halde, Bakara/184’teki “hasta” sınıflandırmasına hayızlı kadının girmediği kesinleşmiş oldu. “Hayızlı kadının oruç tutabilir” iddiasını Bakara/184’teki “hasta” hükmüne bağlamak yanlıştır.
Hayızlı kadının oruç tutabileceğini savunan kimselerden bazıları, hayızlı kadını hasta olarak, bazıları ise yalnızca eza halinde kabul eder. Bu görüşlere sahip kimselerden bazıları, kadın hayızlı iken hastalığını hissetmezse veya eza belirtilerini hissetmezse zaman zaman oruç tutabileceğini öne sürmekte ve bu iddialarına dayanak olarak hayız dönemini şu şekilde ikiye bölmektedir:
Bu görüşteki kimselere göre ezada olan hayızlı kadın bazen şiddetli eza yani güçlük yaşadığı durumlarda oruç tutmayabilir, ancak eza yani güçlük hissetmediği zamanlarda oruç tutması mümkündür. Yani bu görüşe göre, kadının hayız dönemi, bazen eza hissedilen ve bazen eza hissedilmeyen diye bölünerek, eza döneminde “oruç tutamayacağı günler” ve “oruç tutulabilecek günler” olarak iki ayrım yapılabilir.
Hayızlı kadın için “oruç tutabilir” iddiasını, “bazen ezadadır, bazen ezada değildir” diyerek eza dönemini bölmek suretiyle savunmak, Bakara 2/222’deki “O, bir ezadır (eziyettir)” ifadesine açıkça aykırıdır. Çünkü ayet, hayızı kendi içinde “bazen eziyetli, bazen eziyetsiz” diye bölmemiş, tek bir bütün olarak “eza dönemi” şeklinde tanımlamıştır.
Hayız, eza (eziyet) başladığında başlar; eza (eziyet) sona erdiğinde biter. Ayet, hayızı belirleyen ölçü olarak yalnızca “eza”yı koymuştur. Eğer eza ortadan kalkarsa hayız da bitmiş olur.
Eğer Bakara/222’deki “hayız = eza” tanımı süreklilik ifade etmeseydi, hayızlı kadınla ilgili cinsel ilişki yasağı da gün gün değişirdi.
Oysa Kur’an bu dönemi böyle parçalamaya izin vermez. Çünkü “O, bir ezadır” ifadesi sürekliliği vurgular, değişkenliği değil.
Hayızı, kanın gelmesiyle eza (eziyet) dönemi başlatır, eza (eziyet) dönemi bittiğinde hayız sona erer.
Eza belirtisi kan bir iki gün gelmese ve bu nedenle, kanın gelmesiyle bağlantılı süreçlerin sonucu olan ağrı, sancı, halsizlik, açlık gibi eza belirtileri de oluşmasa, tam manasıyla eza (eziyet) hali yaşanıyormuş diye kabul edilip, yine eşiyle cinsel birlikteliği haramdır. Çünkü ayet, hayız dönemini “bazen eza hissedilen, bazen eza hissedilmeyen” diye bölmemiş, bu dönemi bölünmeyen tek bir eza (eziyet) dönemi yani güçlük dönemi olarak tanımlamıştır. Bundan dolayı bazen eza belirtileri hiç olmasa bile bölünmeyen tek bir eza (eziyet) dönemi yani güçlük döneminde olduğundan hayızlı kadın eşiyle yine cinsel açıdan birlikte olamaz.
Bazen eza belirtileri (kan, ağrı, sancı, halsizlik, açlık) olmasa bile, kadın her an bu belirtileri yeniden görebilecek durumdadır. Çünkü eza dönemi, hormonlarla ilgili biyolojik bir süreçtir ve eza belirtilerinin durmasıyla sona ermez. Bu nedenle eza belirtileri tamamen kaybolsa bile, hormonlarla ilgili biyolojik süreç halen devam ettiği için her an eza belirtilerini yeniden görebilecek durumda olduğundan ve kadınlarda genelde görüldüğünden, tam manasıyla eza (eziyet) halinde sayılır. Bu sebeple bazen hiçbir eza belirtisi olmasa bile, bölünmeyen tek bir eza (eziyet) döneminde yani güçlük döneminde olduğundan bu hayızlı kadın eşiyle yine cinsel ilişkiye giremez.
Böylece Kur’an’ın “O, bir ezadır” (Bakara 2/222) ifadesi, hayız dönemini kesintisiz bir eza dönemi olarak tanımlamış olur, bazen eza hissedilen, bazen hissedilmeyen bir dönem olarak tanımlamaz.
Zaten Bakara/222’de hayızın eza olduğunu bildiren “O, bir ezadır (huve ezen)” ifadesinde geçen “huve”, hayızlı kadın için sürekli geçerli olan eza tanımlaması yapar. Çünkü Kur’an’da “huve” ile yapılan tanımlar hep süreklidir, ihtimal içermez:
اللَّهُ هُوَ الَّذِي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ (Bakara 2/255) “Allah O’dur; O’ndan başka ilah yoktur; diri ve kayyum’dur.”
Bu âyette de görüldüğü üzere “huve” kullanıldığında, her zaman ve daima anlamı taşır, asla “bazen” anlamına gelmez.
Benzer bir kullanım Bakara 2/222’de görülür: “huve ezen”. Bu ifade, hayız için “O, bir ezadır” anlamında doğrudan bir tanımlama yapar. “Huve” zamirinin açıkça kullanılması, hayızın eza ile eşdeğerli olduğunu ve bu durumun her zaman, sürekli geçerli olduğunu gösterir. Yani hayız bazen değil, daima bir eza (eziyet) olarak kabul edilir.
Kur’an’da “huve” kalıbı, Allah’ın sıfatının veya bir şeyin niteliğinin, sürekli geçerli olduğunu kesin olarak tanımlar, asla ihtimal veya bazen anlamı taşımaz.
Bakara/222’de hayız için kullanılan “ O, bir ezadır – huve ezen” ibaresindeki “huve – O” zamiri doğrudan özdeşlik bildirir; yani “o = eza”dır. Eğer ayet “fihi ezen” yani “onda eza vardır” deseydi, hayızın bazı yönlerinde veya bazı günlerinde rahatsızlık olabileceğine işaret ederdi. Fakat “huve ezen” yani “O, bir ezadır” denerek hayızın kendisi, mahiyeti (biyolojik süreç) itibariyle sürekli geçerli olan “eza” olarak tanımlanmıştır.
Kur’an’ın başka yerlerinde de aynı “huve” kalıbı görülür: “bi ennallahe huvel hakku – Çünkü Allah hakkın ta kendisidir” (Hac 22/62), “İnnallahe huver rezzaku– Şüphesiz Allah rızık verendir” (Zariyat 51/58), “İnne haza le huvel kasasul hakk– Şüphesiz bu, gerçek kıssanın ta kendisidir” (Ali İmran 3/62). Bu örneklerdeki “huve” kalıbıyla, nasıl ki Allah’ın zatı hak ile özdeşleştirilmiş, Allah doğrudan “rızık verici” olarak tanımlanmış, kıssa hak ile eşitlenmişse, hayız da “huve- O” kalıbıyla doğrudan “eza” olarak tanımlanmış, birbiriyle eşitlenmiştir.
Dolayısıyla hayız dönemi boyunca kadın, ağrı, sancı, halsizlik, açlık, güçsüzlük hissetmese bile, bu zaman zarfında “eza (eziyet) halinde” kabul edilir. Ayetin üslubu, hayızın sadece belirtilerinden dolayı değil, mahiyeti (biyolojik süreç) itibariyle eza (eziyet) olduğunu kesin biçimde ortaya koyar. Çünkü belirtiler kesilse bile hormonlarla ilgili biyolojik süreç devam ettiğinden her an eza belirtileri görebilecek durumdadır. Bakara/222’deki dilsel netlik, “bugün kan, ağrı, halsizlik, açlık hissi yoksa eza da (eziyette) değildir, hüküm düşer” tarzı yorum ihtimalini tamamen ortadan kaldırır ve hayızın tamamının kesintisiz şekilde eza (eziyet) dönemi olduğunu gösterir.
Bakara 2/222’de hayız hakkında kullanılan ifade “huve ezen (O, bir ezadır) “ şeklinde olduğundan “huve” zamiri hayızın tamamına yöneliktir. Yani ayet hayız hâlinin yalnızca bir kısmını değil, tamamını tek bir hükümle nitelemiştir. Ayrıca “eza” kelimesi nekre halde haber konumunda gelmiştir, bu da Arapça’da cins bildirme ve genelleme anlamı verir. Bu da anlattıklarımızın doğruluğuna delil teşkil eder.
Eğer hayızın sadece bazı yönlerinde (yalnızca kan, ağrı, açlık hissi, halsizlik olduğunda) veya bazı günlerinde eziyet söz konusu olsaydı, Kur’an “fîhi ezen – onun içinde bir eza vardır” gibi kısmi bir özelliğe işaret eden bir yapı kullanırdı.
Nitekim başka bir âyette “onda vardır” ifadesi, kısmi bir özelliğe işaret etmek için tercih edilmiştir. Örneğin, Nahl/69’da “fîhi şifâun linnâs – onda insanlar için şifa vardır” ifadesi ile kısmi bir özelliğe işaret edilmektedir. Ancak hayız için özellikle “huve ezen” denmiş, böylece hayızın mahiyeti itibariyle baştan sona bir eza dönemi olduğu vurgulanmıştır. Yani hayız dönemi bazen eza belirtileri olan, bazen eza belirtileri olmayan bir dönem diye bölünmemiştir.
“Hayız halinde olan kadınlardan uzak durun – fa‘tezilû an-nisâ’e fî el-mahîd” ifadesindeki hayızı kasteden mahid kelimesinden hemen önceki “fi” edatı, Arapçada zaman bildirir. Dolayısıyla burada “hayız süresince (döneminde) uzak durun” anlamı çıkar. Eğer hayız için kullanılan kelime olan “mahîd” sadece kan olsaydı, “kanın içinde uzak durun” gibi anlamsız bir anlam ortaya çıkardı. Yani hayız için kullanılan “mahid” kelimesi hayız dönemi demektir.
O halde aynı âyetteki “hayızdan sorarlar” ifadesinde geçen hayız manasındaki mahid kelimeside, hayız dönemini kastederek, buna yönelik gelen “O, bir ezadır” ifadesi ile hayız dönemi için ezadır denmiş oldu.
Bu durumda ayetin mantığı şudur:
Allah önce hayız dönemi (mahid) için “O, bir ezadır” diyerek hayız dönemini “eza dönemi” diye tanımlamış oldu, sonra bu eza döneminin tamamında eşinden uzak durmayı emretmiştir. Çünkü eşle cinsel birlikteliği yasaklatan hayızı, kan akıntısı ile başlatan, sürdüren, sona erdiren eza dönemidir.
Bundan dolayı kan, ağrı, halsizlik gibi eza belirtileri bir iki gün olmasa bile, eza belirtileri olan kan ve kanın gelmesiyle bağlantılı süreçlerin sonucu olan ağrı, halsizlik, açlık hissi varmış gibi eza (eziyet) döneminde sayıldığından, yine de eşiyle cinsel birlikteliği yasaktır.
Çünkü bazen eza belirtileri olmasa da hormonlarla ilgili biyolojik süreç devam ettiğinden halen eza dönemi içindedir. Bu nedenle bazen eza belirtileri olmasa bile her an eza belirtilerini (kan, ağrı, halsizlik, açlık) görebilecek durumdadır ve kadınlar genelde kanın gelmesiyle bağlantılı süreçlerin sonucu ağrı, halsizlik, açlık hissi gibi eza belirtilerini görmektedir. Bu bahsettiklerimizden dolayı, eza belirtileri bir müddet hiç olmasa bile, yine de eza dönemi içerisinde sayılarak, eza dönemi bazen ezadır, bazen değildir diye bölünmemiş olur ve bu bölünmeyen güçlük (eza) dönemi içerisinde eşiyle yinede cinsel birlikteliği haramdır.
Eza belirtilerinden olan kan bir iki gün gelmese ve bu sebeple, kanın gelmesiyle bağlantılı süreçlerin sonucu olan ağrı, halsizlik, açlık gibi eza belirtileride oluşmadığında, bu hayızlı kadın eza (eziyet) döneminde değil derseniz, bu hayızlı kadının eşiyle birlikte olması helaldir demiş olursunuz.
İşte bu nedenle hayız dönemi, bölünmez bir güçlük (eza) dönemidir. Eza belirtileri bazen artsa da, azalsa da, hatta geçici olarak ortadan kalksa bile, eza dönemi biyolojik olarak sürdüğünden kadın her an eza belirtilerini, görebilecek durumdadır ve kadınların büyük bir kısmıda görmektedir. Bu sebeple hayız = eza (eziyet) dönemi kesintisiz geçerlidir ve bu süre boyunca cinsel ilişki yasağı da aynen devam eder.
Bakara/187’de Ramazan’da gündüz eşlere yaklaşma yasağına, gece yaklaşabileceği şeklinde istisna getirilmiş, ama hayızlı kadın bu istisna dışında tutulmuştur. Yani ayette hayızlı kadına Ramazan gecesi cinsel açıdan yaklaşılabileceği şeklinde bir istisna getirilmemiş. Bakara/187’de böyle bir istisna belirtilmediği için, Ramazanda hayızlı kadının kanı bir iki gün gelmese ve kanın gelmesiyle bağlantılı süreçlerin neticesi olan ağrı, halsizlik, açlık gibi eza belirtileri de oluşmasa, hayız=eza döneminde olduğundan ezada (eziyette) sayılır, bu sebeple Ramazan geceleri yine eşiyle cinsel açıdan birlikte olamaz.
Buradan anlıyoruz ki Bakara/187’e göre oruç tutulan Ramazan’da da hayız=eza (eziyet) dönemi bazen eza hissedilen ve hissedilmeyen diye bölünmez. Ramazanda bazen ezayı hiç hissetmese bile kadın, bölünmeyen tek bir eza (eziyet) dönemi yani güçlük döneminde kabul edilerek, eşiyle cinsel açıdan yine birlikte olamaz.
Çünkü Bakara/222’de hayız, “ezadır” diye tanımlanmaktadır. Hayızlı kadının Ramazanda eza belirtilerinden hiçbiri olmasa bile, ezayı başlatan eza belirtisi kan varmış gibi ve kanın gelmesiyle bağlantılı süreçlerin sonucu olan ağrı, sancı, halsizlik, açlık gibi eza belirtileri varmış gibi eza (eziyet) döneminde kabul ediliyor. Yani hiçbir eza belirtisi olmasa da yinede bölünmeyen tek bir eza (eziyet) yani güçlük döneminde kabul edildiğinden Ramazan’da eşiyle cinsel birlikteliği yasaktır.
Görüldüğü üzere, Bakara/187’ye göre bu dönem, oruç tutulan Ramazan’da da bazen eza hissedilen ve bazen eza hissedilmeyen dönem diye bölünmüyor. Ramazanda da bölünmeyen tek bir eza (eziyet) yani güçlük dönemi kabul ediliyor.
Ramazanda, hayız=eza dönemi, eza hissedilen ve hissedilmeyen diye bölünebilir olsaydı eğer, kanın gelmediği ve bu sebeple ağrı, açlık hissi, halsizlik, güçsüzlük gibi eza belirtilerinin hissedilmediği günlerde hayızlı kadınla cinsel birliktelik yasağı kalkardı. Ramazanda bir iki gün eza belirtileri hissedilmese de, bölünmeyen tek bir eza (eziyet) yani güçlük döneminde kabul edildiğinden, eşiyle yine cinsel birlikteliği yasaktır.
Ramazanda hayızlı kadının “oruç tutabilir” olduğu iddiasını, kadın için eza dönemini “bazen eza hissedilen”, “bazen eza hissedilmeyen” diye bölmek suretiyle savunmak, hayızlı kadının Ramazan’da da bölünmeyen tek bir güçlük (eza) döneminde olduğunu teyit eden Bakara/187’ye aykırıdır. Ayrıca doğrudan Bakara 2/222’deki “O, bir ezadır” ifadesine aykırıdır.
Çünkü hayız dönemi için Bakara/222’de “O bir ezadır (eziyettir)” buyrularak, hayız = eza dönemi vurgusuyla, hayız bölünmeyen tek bir güçlük (eza) dönemi olarak belirtilmiştir. Bu güçlük (eza) dönemi, bazen eza hissedilen bazen eza hissedilmeyen dönem diye bölünmemiş. Dolayısıyla hayız süresi boyunca kadın, eza belirtileri olsun ya da bir iki gün olmasın, bu tek parça güçlük (eza) dönemi içinde sayılır. Kur’an’ın açık ifadesi buna net olarak işaret etmektedir.
…Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye olarak bir yoksulu doyurmaktır. Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. (Bakara/184)
Bazı kişiler, “Oruç tutmanız daha hayırlıdır” (Bakara 2/184) ifadesini genelleyerek hayızlı kadına da uygulanabileceğini iddia etmektedir. Yani bu kimseler bu ifadenin, hayız dönemini bazen eza hissedilen baze eza hissedilmeyen diye böldüğünü, böylece bu dönemi oruç tutulabilen ve oruç tutulamayan diye de ikiye ayırdığını sanmaktadır. Oysa bu, hem ayetin bağlamına hem de Kur’an’daki sistematik anlatıma aykırıdır.
Bakara 2/184’teki “Oruç tutmanız daha hayırlıdır” ibaresi, âyette hiç bahsedilmeyen hayızlı kadına hitaben değildir, ayetin bağlamına göre hasta ve yolcuya hitaben de değildir, yalnızca oruca zor dayanan (yutikunehu) ve bu yüzden fidye vermek durumunda kalan kimselere yöneliktir.
Peki neden “Oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi sadece oruca zor dayanan fidye verecek gruba yönelik gelir? Çünkü Bakara 2/184’te fidye verecek gruptan bahsedilmesinden sonraki anlatım boyunca özne hiç değişmez. Ayet “Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye olarak bir yoksulu doyurmaktır.” ifadesiyle fidye verecek grubu tanıtır ve akabinde gelen tüm cümlelerde de aynı özne üzerinden hitap ederek devam etmektedir. Kur’an’da yeni bir hitap değişikliği olduğunda genellikle yeni bir cümle yapısı kurulur veya özne değişir, fakat burada yeni bir özne veya yeni bir cümle yapısıyla başka bir gruba (ayetteki hasta, yolcu grubuna) geçiş yapılmaz. Özne hattı kesintisiz bir şekilde fidye verecek grupta kalır.
Dolayısıyla Ayetin sonunda yer alan “oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” ifadesi de aynı özneye, yani fidye verecek kimselere yöneliktir. Nitekim ayete bakıldığında, oruca zor dayandığından fidye verecek gruptan bahsedildikten sonra gelen tüm ifadelerin ve açıklamaların anlam itibariyle hep fidye grubuyla alakalı olduğu açıkça görülür. Ayetin sonunda, yine değişmeyen özne olan fidye veren grupla alakalı olarak, kendilerini iyi hissettiklerinde fidye vermek yerine oruç tutmalarının daha hayırlı olduğunu belirten “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi gelir. Dolayısıyla bağlam, bu ifadenin sadece fidye veren gruba yönelik olduğunu açıkça gösterir.
“Oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi, aynı ayetin başlarında geçen hasta ve yolculara hitaben olsaydı bile hayızlı kadın hasta olmadığından ve hayızlı kadın bu âyette hiç bahsedilmediğinden, ayetteki “Oruç tutmanız daha hayırlıdır” ibaresinin hayızlı kadınlar için söylenmediği çok açıktır.
Bakara 2/184’te geçen “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi yalnızca, aynı ayette zikredilen, oruca zor dayananlara (yutikunehu) ve bu yüzden oruç tutmak yerine fidye verecek gruba yöneliktir. Bu fidye verecek grup olan oruç tutmak da zorlananlar, daha sonrada oruç tutamayacak durumda olduklarından oruç tutmak yerine fidye verir. Bu kimseler daha sonrada oruç tutamayacağından, oruç tutmak yerine fidye verecek kimseler olduğundan, bu kimselerin daha sonrada oruç tutamayacak olan yaşlı ve iyileşemeyecek hastalar olduğu iyice netleşir.
İşte “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi sadece bu kimselere yöneliktir. Çünkü ameliyat veya tedaviyle güç bulduklarında, fidye vermek yerine oruç tutabilirler. Hayızlı kadın ise oruç tutamadığında fidye ödemez, Ramazan’dan sonra orucunu kaza eder. Dolayısıyla “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi, hayızlı kadına yönelik değildir.
Zaten hayızlı kadınlar ezadan dolayı oruç tutamadıklarında, Ramazan’dan sonrası için “sayıyı tamamlama” ifadesi Bakara 2/185’te açıkça belirtilmiştir. Yani hayızlı kadınlar oruç tutamadıklarında, daha sonra oruç tutabileceklerinden Ramazandan sonra sayıyı tamamlamak için orucu kaza ederler. Buna karşılık Bakara 2/184’te bahsedilen yaşlı ve iyileşemeyecek hastalar, daha sonrada oruç tutamayacaklarından, oruç yerine fidye verirler.
Dolayısıyla Bakara/184’de “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi daha sonrada oruç tutamayacak olduğundan oruç tutmak yerine fidye verecek olan yaşlı ve iyileşemeyecek hasta grubuna yönelik olarak, ameliyat veya tedaviyle güç bulduklarında fidye vermek yerine, oruç tutmalarının daha hayırlı olduğunu belirtmiş olur. Bu ifade, yaşlı ve iyileşemeyecek hasta olan fidye verecek kimselerin dönemini, oruca güç bulabilecekleri ve güç bulamayacakları dönem diye ikiye böler. Ama bu âyette (Bakara/184) hayızlı kadından bahsedilmediği için “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi eza dönemini bu şekilde bölmez.
Bakara 2/185 de “Allah size kolaylık ister, güçlük istemez” ve ramazandan sonra “sayıyı tamamlamak” genel kaidesi belirtilir. Bu genel kaide, oruç tutmaya engel olan her güçlük dönemini kapsar. Güçlük (eza) çekilen hayız döneminide kapsar. Eğer hayız dönemi, bazen güçlük (eza) olan, bazen (eza) güçlük olmayan günlerden oluşur diye bir ayrım yapılsaydı, bu genel kaideden sonra “güçlük olmayan dönemi” kasteden “oruç tutmanız daha hayırlıdır” şeklinde bir istisna getirilmesi gerekirdi. Oysa bu âyette böyle bir istisna yoktur. Bu, hayız döneminin bölünmeyen tek bir güçlük (eza) dönemi olduğunu gösterir.
Böylece Bakara/184-185’de hayız dönemi, bölünmeyen tek bir eza (eziyet) dönemidir. Anlattıklarımızda görüldüğü üzere hayız dönemi, Kur’an’da Bakara 184, Bakara/185, Bakara/187 gibi oruç ayetlerinde, ezadan bahsedilen Bakara/222’de ve hiçbir âyette bölünmez, tek bir eza dönemidir. Bundan dolayı hiçbir ayette bölünmeyen eza (eziyet) yani güçlük dönemi için “oruç tutulabilen günler” diye bir ayrım Kur’an’da yapılmamıştır.
Bilimsel bulgulara göre, hayızlı kadınların yüzde 70-80’inin ezayı (ağrı, halsizlik, açlık hissi, mide bulantısı vs.) yani güçlüğü hissettiği halde, hayızlı kadın Kur’an’da hiç bölünmeyen tek bir güçlük (eza) döneminde oruç tutmaya kalkarsa, bölünmeyen güçlüğün (ezanın) üzerine bir de oruç yükünü yüklemiş olur. Yani bazen eza hafiflediğinde “şimdi tutayım” dese bile, eza tekrar yoğunlaştığında ezanın üzerine bir de oruç yükü yüklenmiş olur. İşte bu biyolojik gerçek, hayızlı kadının bölünmeyen güçlük (eza) dönemini kapsayan “Allah kolaylık ister, güçlük istemez” ve “sayıyı tamamlama” ilkesinin hayızlı kadın için nasıl bir ilahî koruma sınırı çizdiğini açıkça ortaya koyar.
İşte bu nedenle, hayızlı kadının bölünmeyen tek bir güçlük (eza) dönemini kapsayan “Allah kolaylık ister, güçlük istemez” ve Ramazandan sonra “sayıyı tamamlamak” genel kaidesinden, sonra “oruç tutmanız daha hayırlıdır” ifadesi gelmediğinden, bu âyette de hayızlı kadının güçlük (eza) dönemi, oruca güç bulunabilen ve güç bulunamayan olarak bölünmez. Dolayısıyla eza dönemi, oruç tutulabilen ve tutulamayan dönem olarak da bölünmemiş oldu.
Hayızlı kadının bölünmeyen tek bir güçlük (eza) dönemini kapsayan “Allah kolaylık ister, güçlük istemez” ve Ramazandan sonra “sayıyı tamamlamak” ilahi sınırlarına rağmen, hayızlı kadın oruç tutarsa, bölünmeyen tek bir güçlük (eza) dönemini bölmüş olur. Böylece, hayızlı kadının hiçbir oruç ayetinde bölünmeyen güçlük (eza) dönemi için belirlenen “Allah kolaylık ister, güçlük istemez” ve ramazandan sonra “sayıyı tamamlama” ilahi sınırlarını aşmış olur, bu da haramdır. Çünkü oruç ayetlerinde hassas biçimde belirlenmiş ilahi sınırları aşmayın manasına gelen Bakara 2/187’deki “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın” emrini çiğnemek olur, bu da haramdır.
Bazı kimseler, “Kur’an’da, hayızlı kadının oruç tutmasının haram olduğu açıkça yazmıyor” diyerek bunca açıklamamızı kabul etmeyebilir. Oysa bu kişiler, Kur’an’daki Allah’ın hüküm koyma biçimini gözden kaçırmaktadır. Kur’an’da anne babayı dövmenin de açıkça haram olduğu yazmaz. Fakat Allah İsra/23’de, “onlara ‘öf’ deme” buyurarak bir ilahi alt sınır belirler. Bu “öf deme” alt sınırın ihlali haram ise, bu alt sınırın üstünde yer alan her kötü davranışın da haram olduğu anlaşılır. Çünkü bu sınır, Allah’ın koyduğu “hudûdullah” (ilahi sınır) kapsamındadır. Bu sınırı aşmak, Bakara 2/187’deki “Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın” emrini çiğnemek anlamına gelir.
Aynı şekilde Allah, hayızlı kadınla ilgili hükümlerde de bir ilahi sınır koymuştur. Kur’an’da hayızlı kadının oruç tutmasının haram olduğu açıkça yazmasa da, bu dönem için belirlenen “eza” ifadesi ve bölünmeyen güçlük (eza) dönemi kapsayan “Allah size kolaylık ister, güçlük istemez” ve “sayıyı tamamlayın” genel kaidesiyle bir ilahi sınır çizilmiştir. Bu sınırı aşarak oruç tutmak ise, görünüşte daha hayırlı bir iş yapıyormuş gibi görünse de, Allah’ın bölünmeyen güçlük (eza) dönemi için de bildirdiği “kolaylık ister, güçlük istemez” ve Ramazandan sonra “sayıyı tamamlama” ilkesine dayalı ilahi sınırı aşmak anlamına gelir. Tıpkı anne babaya “öf deme” buyruğunda olduğu gibi, “öf” demek bile yasakken, iyi niyetle dahi olsa bu alt sınırı aşan bir davranışın ilahi sınıra karşı gelmek olması gibi… Bu nedenle hayız döneminde oruç tutmak, Bakara 2/187’deki “Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın” emrine aykırıdır, çünkü ilahi sınırı aşmak anlamına gelir. Bu da haramdır.



