HÜKMEDİLEMEYEN ZAMANIN BİR HÜKMÜ DE YOKTUR
Yoz bir kader anlayışında işleri Allah’a havale etmek gibi, birçok şeyi zamanın insafına bırakmak, ondan medet ummak, ona havale etmek; topu taca atmaktan başka bir şey değil…
Sen oyalana dururken bu züğürt tesellisi ile zaman insafsız ve başına buyruk senden çaldıklarıyla yol alıyor.
Toparlanmana dahi fırsat bırakmaksızın, anı kolluyor.
Senin ona bıraktığını o sana bırakmıyor, tabiatı gereği; akıyor da akıyor…
İllaki şartların zamanla daha iyileşmesi durumu vardır, fakat bu çoğunlukla ayırt edilemez veya edilmek istenmez; ayırt edememe veya edilmek istenilmemesinde de iş aleyhinize işler.
Birincisinde cehalet ikincisinde acziyet vardır.
Cehalet kötü, bana ana kalırsa acziyet daha kötüsüdür.
Cehaletin mazereti yoktur varoluşunu meşru kılmaz evet, fakat farkındalıklı acziyet insanın belki de en kötü halidir.
Aleyhine işleyen zamanın bilincine inat, kımıldamama hali önce merkezdeki insanı sonra etrafındakileri yiyip bitiren bir maraz halidir , yerde yer…
Nitekim kullanamayan ve hükmedilemeyen zaman sizi en acımasız haliyle kodlar ve kollar .
En sinsi fakat en cambaz haliyle alır götürür en kıymetlinizi..
En klişe örnekle, bindiğiniz gemi neler yaptığınıza, ineceğiniz limana, mesafesine bakmaksızın her türlü yol alır.
Evet insafına en gafilane bırakılanların en insafsızdır zaman…
Tıpkı köz ve kör bir şekilde kımıldamaksızın, akışın kader anlayışına bırakıldığı gibi…
Zamanın birçok şeyi ilaç olduğu konusundaki gerçeklik ise; akıl yürütme ile devreye sokulan tedbir ve çabadır.
Zamanı ilaç yapan da bu iki argümandır.
Tersi durumda zaman ilaç değil , dermansız dert olur.
Ondan sonra alınan hiçbir şey, yitirilen, sahiplenilemeyen ve hükmedilemeyen zamanı , ilaç olarak dönderemez.
Artık hükmedilen olursunuz…
Zafer ve başarı hükmedilen zamandadır.
Zamanı kollayan ve ona hükmedebilen asi bilinçlere selam olsun…