İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (4)

İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (4)

Okullarımızda ki eğitimin kökeni evrim teorisine dayanıyor. Doğada her şey kendiliğinden oluyor diye ders kitaplarında anlatılıyor. Halbuki, tek hücreli bir canlının kendi kendine oluşabilmesi için gerekli her bir gelişmenin ihtimali, sonsuzda 1 ihtimaldir.

Canlıların evrimleşerek meydana geldiği inancı ispatlanamamıştır. Evrenin hiçbir yerinde kendiliğinden bir hücreli canlının dahi meydana geldiği gözlemlenememiştir. Bir varsayımın bilimsel olarak kabul edilmesi için laboratuvarda defalarca denenerek, gözlemlenebilmesi gerekiyor.

Evrim teorisinde söz edildiği gibi canlıların kendiliğinden var olduğu, laboratuvar deneyleriyle gözlemlenebilen bir şey değildir. Bilimsel olarak kanıtlanmamış bir şeyin okuldaki eğitim sisteminin merkezinde olması, Yaratıcının olmadığı iddiasının bilimsellikmiş gibi sunularak, büyük bir yalana inanılmasına hizmet etmekten başka bir iş görmüyor. Bilimle ilgili natüralist yorumların, objektiflik ve nesnellik olduğuna inananların çoğunun dayanağı evrim teorisindeki yalanlar oluyor.

Halbuki bazı evrimci Ateistler natüralist felsefenin bir inanç olduÄŸunu itiraf ediyor. Fakat pek çoÄŸu bunun farkında deÄŸil. Kendilerine atomlar üzerinden, makro ve mikro bir düzenin Yaratıcıdan olduÄŸu bahsedildiÄŸinde, “bilimin içine inancı katarak yorum yapmanız bilimsel deÄŸildir” deniyor. Halbuki bilimin içine kendileri, bilimsel olarak laboratuvarda deneylenmemiÅŸ natüralist felsefe inancını sokuyorlar.

Dünya yok oluncaya kadar GüneÅŸi hiçbir insan görmeseydi, GüneÅŸin ısısından ve ışığından dolayı aydınlatıcı ve ısıtıcı bir varlığın olduÄŸuna, görülmediÄŸi halde inanılırdı. “Bilim bunu ispat edemedi ve inanmıyorum” demek, akli bir çıkarım olmazdı. İşte neden-sonuç iliÅŸkilerindeki süreci sadece madde gözüyle gözlemleyip, akıl gözünü kullanmayı bırakırsak, böyle akla ziyan görüşler ortaya çıkıyor.

Görebilmesi sınırlı olan gözlerimizin olduğunu hatırlayalım. O zaman akıl gözüne ihtiyacımızın olduğunu anlarız. Çıplak gözümüzle göremediğimiz halde radyo dalgaları ve televizyon dalgaları, röntgen ve X ışınlarının bir fayda sağlamak üzere etki edebildiğini akıl gözümüzle gördük. Bilimsel olarak tespit edilemesede ve laboratuvarda deneylenmemiş olsa da, bazı karadeliklerin, gezegenlerin daha olduğuna inanıyoruz. Biz, akıl gözümüzle buna inanırız. İnsan aklı böyle çalışır.

Akıl böyle çalıştığından, evrende bir düzen olduğu inancına kani olunur. Bu tür akli çıkarımlara olan inançlarından dolayı zaten bilim yapabilir. Natüralistlerden dürüst olanları, bilim yapabilmek için 6 inanç olduğundan bahseder. Aşama aşama bu deneylenmemiş inançlarla hipotezler, teoriler, kanunlar açığa çıkartılır.

Evrenin tamamına bakıp her yerinde düzen olup olmadığına bakmak imkansız olduğundan, evrende gözlemlenebilen düzenli işleyişlerden dolayı, evrende düzen olduğu inancına kani olarak bilim yapılabiliyor. Evrenin gerçek olup olmadığı hususu, evrenin her yerine bakılmadığı için bir inançtır. Evrenin gerçek olduğu inancıyla bilim yapılabiliyor. Natüralistlerden dürüst olanlar, Evrende düzen ve evrenin gerçek olduğu inancı gibi bazı inançların  kabulüyle bilim yapılabildiği belirtiyor. İnançsız olan pek çok natüralistin bu konudan haberi yok.

Birbirlerini tanımayan cansız, ilimsiz, iradesiz atomların nasıl olurda birbirleriyle temasa geçerek, nasıl olurda böyle güzel neticeler ortaya koyabildiklerini yorumlamaya dair, yapacağınız her açıklama birer inançtır. Evrendeki faaliyetleri sadece cansız, ilimsiz, iradesiz maddi sebeplere bağlayarak bir açıklama yapmakta bir inançtır. Hemde natüralist bir inançtır. Evrendeki faaliyetleri, birbirini tanımayan cansız, ilimsiz, iradesiz maddelere etki eden bir Yaratıcıya bağlamakta bir inançtır. Eğitim sistemimiz, bir öğrencinin bu iki ayrı inançtan hangisine inanacağını, öğrencinin kendi kararına bırakabilmesi gerekiyor.

İslam’a gönülden baÄŸlı il ve ilçe milli eÄŸitim müdürlerinin gayretiyle, MEB’de tabanda tavana kadar bu konuda güçlü bir ıslah çalışmasının baÅŸlatılması elzemdir. İl ve ilçe milli eÄŸitim müdürleri, öğrenci ve velileri de arkasına alıp, onlardan imza toplayarak MEB’a bu konuda baÅŸvuruda bulunulması zorunludur. İnançsızlığa bir nebze de olsa gem vurarak, dini yaÅŸama son derece önemli bir katkı saÄŸlanmış olacaktır.

Okullarda, öğrencilere naturalist felsefe inancıyla bilim anlatıldığı dürüstçe söylense ve Yaratıcı tarafından sebep-sonuç ilişkisine etki edildiğine inanılan böyle bir inancında olduğu söylense, daha dürüst bir eğitim sistemi olmuş olurdu. En azından bu dürüstçe ifadeler ders kitaplarında yer almalıdır.

MEB’nın onayıyla basılmış ilkokul kitaplarında bile yaÄŸmurun, doÄŸanın iÅŸleyiÅŸiyle kendiliÄŸinden gerçekleÅŸtiÄŸi ÅŸu ÅŸekilde bahsediliyor:

“Yeryüzündeki sular, GüneÅŸin ısısıyla buharlaşır, gökyüzüne doÄŸru yükselir ve bulutları oluÅŸturur. Bulutlarda biriken suların yeryüzüne düşmesi ile yaÄŸmur oluÅŸur. Kar ise, su buharlarının havada donarak beyaz tanecikler haline gelmesiyle oluÅŸur ve yeryüzüne iner.”

Görüldüğü üzere, doğa ve doğadaki işleyiş (haşa) Yaratıcı yerine konuyor, doğadaki düzeni sağlayan bir Yaratıcı olduğu inancı yok edilmeye çalışılıyor.

Hiçbir insan müdahalesi olmayan, apaçık bir ilahi ayet olan yağmur hadisesine böyle bir yamuk bakış açısıyla bakılıyor. Böylece deistliğe kapı aralanıyor. Küfrün batıl argümanlarıyla zihni daha çok bulandırılan, bu seferde Ateist veya Agnostik olunuyor.

Peygamberimiz (a.s) zamanındaki müşriklerin, Allah’a olan inançlarından ÅŸirki çıkardığımızda geriye kalan Allah’a olan inançları, günümüzdeki pek çok Müslümandan daha iyiydi. O zaman ki müşriklere yaÄŸmurun nasıl yaÄŸdığı sorulduÄŸunda, yaÄŸmuru Allah’ın yaÄŸdırdığını söylüyorlardı. Lat, Uzza olmasa yaÄŸmur yaÄŸmaz diye ÅŸirk cümlesini de yanına ekliyorlardı. Ama yaÄŸmuru Allah’ın yaÄŸdırdığını en azından kabul ediyorlardı.

Günümüzdeki bir Müslümana, yaÄŸmur nasıl yağıyor diye sorulunca,”kuzeyden gelen rüzgarların ve alçak  basıncın etkisiyle, bulutlardaki su damlacıkları soÄŸuk hava tabakasıyla karşılaÅŸarak yaÄŸmura dönüşür” diye anlatır. YaÄŸmurun nasıl yaÄŸdığını, Rabbimize hiçbir atıf yapmadan anlatır. Hava durumu bültenleri izleyen hiç okul okumamış birine sorulduÄŸunda da aynı cevabı verebiliyor. Etrafımızda bizi kuÅŸatan küfür cümleleri dolaşıyor.

Evrene ve evren içindeki her şeye müdahil bir Yaratıcı yerine, Yaratıcıdan kopuk bir anlayışıyla bilim anlatılarak okullarda, ateizm ve deizm propagandası her daim  yapılmaya devam ediyor. Toplumun her katmanında bu propagandanın etkileri görülüyor. Bir de bunun üzerine teknolojinin, konformizm ve modernizmin bazı olumsuz etkileri ilave olduğunda, Yaratıcıya olan ihtiyaç her geçen gün azalarak, dine bağlılık zayıflayıp, giderek yok oluyor.

Hiç okul okumamış bile aşı vurdurduÄŸunda, Allah’ı hesaba katmadan, hastalıktan aşının koruyacağına inanıyor. Etrafta küfür cümlelerin dolaşım hızı giderek artıyor. Bu tür batıl ön kabullerle, Kur’an-ı Kerim meali veya tefsiri okusalar da, ayetlerde Rabbimizin neyi kastettiÄŸi, muradı hakkıyla anlaşılamıyor. Uzak bir Allah inancı, (haÅŸa) rol modelliÄŸi sona ermiÅŸ uzak bir peygamber inancına da sebep oluyor. Kaderi ve melekleri farklı yorumlamaya kadar iÅŸ gidiyor ve büyük bir sapma oluÅŸuyor. Akabinde Allah’ın hükümlerini bu batıl perspektifle, korkusuzca yorumlama yarışına girilmesi gündeme geliyor.

Rasulullah’ın öğretisine göre, vahye dayalı bir biçimde toplumu bilinçlendirme seferberliÄŸi yapılmazsa, hak olanın yerini bu ÅŸekilde batıl dolduruyor.

Zihinlerinde oluşan sorulara hak olan cevapları bulamayanlar, bilim üzerinden yapılan materyalist bir inanca dayalı yorumları, modernist düşünceyi baz almaya başlayarak taklidi imanları kalmayabiliyor ve basitçe küfre girilebiliyor.

Batıl inançların olduğu, natüralist ve modernist eğitim sistemimizle yetişmiş bazı müslümanların, zihinlerinde ve kalplerinde nasıl bir bulanıklığın oluştuğunu daha yakından görmeye çalışalım:

Evrimci teist olan bir Müslüman, “Allah insana güç (pazı gücü) verdiÄŸine göre, atomlara ve moleküllere de bir güç vermiÅŸ olamaz mı?” diyebiliyor.

Fakat, Allah’ın insana verdiÄŸi güç emanettir. İnsana ait deÄŸildir. İnsandaki güç, zahiren (görünen) bir perdedir. Perdenin ardında, insan bedenindeki her iÅŸleyiÅŸi anlık olarak yaratarak, insanın asla sahibi olmadığı emanet bir gücü anbean kullandıran, mutlak güç ve kudret sahibi var. Mülkün gerçek sahibi, herhangi bir hastalığı veya yaÅŸlılığı yaratarak, insana emanet verilmiÅŸ gücü, azaltabiliyor. Güç ve kuvvetin mutlak olarak kime ait olduÄŸu ortaya çıkmış oluyor.

Allah tasavvurunu öğreten Rasulullah’ın, Kur’an’daki kevni ayetleri anlamlandırma usulünden yararlanmak yerine bozuk bir Allah inancına göre kevni ayetleri anlamlandıran evrimci teist olan bu Müslüman, bazı ayetleri batıl inancına delil olarak kabul edebiliyor…

“Biz de dedik: Ey ateÅŸ! İbrahim’e karşı serin ve selametli ol!” (Enbiya suresi 69.ayet)

Sözünü ettiÄŸimiz evrimci teist olan bu Müslüman bu ayeti, “Allah ateÅŸe yakma! dedi ve ateÅŸ yakmadı. AteÅŸe bu emir verilmeseydi, ateÅŸ İbrahim’i yakacaktı. Yakma! emriyle ateÅŸin yakmasına engel olundu. Demek ki, ateÅŸin yakma gücü var”, diye yorumladığını belirtiyor.

Halbuki ayetlerde ilahi muradın ne olduÄŸunu bize öğretip, teyit eden Rasulullah’ın öğretisine göre, Rabbimiz ateÅŸe her defasında yak! emrini verdiÄŸi için ateÅŸ her defasında yakabiliyor. “Kün fe yekün” hakikati buna iÅŸaret eder. Rabbimiz ateÅŸe yak! dediÄŸi için yaktığı gibi, yakma! deyince de yakmamış oldu. Dolayısıyla ateÅŸin bir gücü yoktur.

Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halimdir, bağışlayıcıdır. (İsra suresi 44.ayet)

Evrimci teist olan bu Müslüman, bu ayeti de kendi inancına göre yorumluyor. Bu ayetten, atomların bir bilinci olduğu sonucunun çıkacağını belirtiyor.

Fakat, evrendeki canlı ve cansız bütün varlıklar, Allah’ın emirlerine boyun eÄŸmiÅŸtir. Yüce Allah mülk sahibi olduÄŸundan, dilediÄŸi gibi her varlıkta tasarrufta bulunur. Canlı ve cansız her ÅŸey,  tam bir teslimiyet içerisinde itaat ederek sahibinin emirlerine boyun eÄŸmiÅŸtir. Onların tesbihleri, zikirleri bu teslimiyetleridir.

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruÄŸuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler. (Fussilet suresi 11.ayet)

Evrimci teist olan bu Müslümana göre bu ayet, maddenin kendine has bir gücü ve bilinci olduğuna delildir.

Halbuki mülk Allah’ındır. Rabbimiz, böyle bir çaÄŸrıda bulunup, maddenin emrine itaat edip, isteyerek geldiÄŸini bize anlatarak, maddenin anlık ilahi emirlere uymayı istememe ihtimalinin olmadığını gösterir. Maddenin hakim deÄŸil de, mahkum olduÄŸuna iÅŸaret eder.

Atomlar ve moleküller, düzeni koyana boyun eÄŸmiÅŸ bir mahkum konumundadır. Hem mahkum hem hakim olamayacağından, hakim konumda da deÄŸildir. Her çeÅŸit madde, kendisini ilgilendiren herhangi fayda veya zarara engel olamaz. Aynen putlar gibi… Atomlar zaman içinde enerji kaybına uÄŸrayabiliyor. Atomun bilinci, kudreti ve iradesi olmadığından kendisinden bomba üretilmesine, kendisinin insanlar tarafından parçalanmasına, kara delikler tarafından yutularak, yok olmasına hiçbir zaman engel olamıyor. Atomlar kendi iradesi ve gücü olmadan çalıştırıldığından, “artık ben çalışmayacağım” da diyemiyor. Dolayısıyla anlıyoruz ki, hiçbir nedenselliÄŸin gücü yoktur.

NedenselliÄŸe güç atfedilemeyeceÄŸi hususunu biraz açmam gerekiyor… Her iÅŸte, hakiki sebep vardır, birde zahiri sebep vardır. Bir perde olan zahiri sebebin muktedir olmadığını daha önce defalarca delilleriyle bahsettim. Perdenin ardında, hakiki sebep olan Allah (c.c) var. Zahiri sebep muktedir deÄŸilse, o zaman fiillerde görünen nedenselliÄŸi, zahiri sebeplere baÄŸlamanın bir anlamı yoktur. Zahiri sebep yapamıyorsa, zahiri sebep yerine hakiki sebebin asıl sebep olduÄŸunu vurgulamalıyız. Nedensellik sadece adetullahtır. Dolayısıyla nedenselliÄŸin hiçbir gücü yoktur.

Rahman suresi 29.ayette, “O her an yaratma halindedir” diye buyruluyor. Kur’an-ı Kerim’de  “biz yaptık” diye  pek çok ayet vardır.

Kur’an-ı Kerim’in ve Allah Rasulünün perspektifinden, kainata ve insana bakılmazsa bu ayetler yanlış anlaşılır. Yamuk bir bakış açısıyla Kainat ayetlerine bakılması yüzünden, tefsir okunsa bile Kur’an yanlış yorumlanıyor. Bunda dolayı hevasından konuÅŸmayan ilahi bir rehber (peygamber) gereklidir. DoÄŸru anlama zinciri kopunca, batıl düşüncelerin ardı arkası kesilmiyor.

Anlaşılan o ki, kainatı doÄŸru tanımlayan ilahi bir kitap olan Kur’an-ı Kerim’i, hiç şüpheye ve hatalı yorumlamaya mahal vermeyecek ÅŸekilde açıklayan, ikna edici ilim ve hikmet dolu bir muallim gereklidir. DoÄŸru anlayıp, anlamadığımızın saÄŸlamasını yapmak için bu zorunlu bir ihtiyaçtır. Anlaşılan o ki, Kur’an-ı Kerim’i doÄŸru yorumlayarak kainatı okuyan, açıklayan ve ikna edici bir muallim peygambere ihtiyaç var.

Yaratıcının hayatımızdaki anlık yaratışına ve korumasına (müdahil oluÅŸuna) ikna olmamış evrimci teist olan bu Müslüman, kıyamete kadar her an ilahi lütuf olarak muallimliÄŸi korunan bir peygamberimiz olduÄŸu konusunda da tabii ki ikna olmayacak, olmuyor da… Uzak bir Allah inancına sahip böyle birinin, (haÅŸa) “postacı” hükmünü vereceÄŸi kendisinden uzak bir peygambere inanması da kaçınılmazdır.

Suat Altınbaşak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir