KALEMİM DÜŞTÜ KARA
Biz deprem ülkesiyiz…
Nereden nereye kaçıyoruz?
Kaçma mantığıyla ülkeyi kapana çevireceğimize, sağlam yapılarla yaşama alanlarına çevirmeyi neden düşünmüyoruz?
Koca memlekette köşe kapmaca oynuyoruz…
Kötü bir şakadan ibaret sanki durum.
Akıl tutulması mıdır?
Kabus mu?
Aklımı yitirecek gibi oluyorum…
Sağlam binaları; inşaatla alakalı prosedürleri ve resmi şartları torpil, iltimas, hile ve hurda ile delip, malzeme çalma ahlaksızlığından vazgeçmeyi ve geçirmeyi sağladığımız durumda pek ala yapabileceğimizi biliyoruz. Ve üzgünüm ki artık daha iyi biliyoruz.
On binlerce insanın ölümüne şiddetli depremlerin değil, neredeyse teknik bilgileri yetersizliğe yakın müteahhitler; usulsüzlükleri, prosedür yağmaları, uygun bulunmadığı halde nasıl oluyorsa bir el değişikliği yordamıyla imar yasağının, imara çevrilişini nasıl bir mantık ve vicdanla açıklayacağız?
İmar ve müteahhitlik ikilisinde; Japonya’da imar affının olmadığını, Almanya’da 3800 müteahhit varken Türkiye’de 350 bin müteahhit olduğunu, içinde bulunduğumuz vehamet gün yüzüne çıkarmış, üzgünüm. Çok.
Bu acı bir değil, iki değil, üç değil…
Tüm insani ve vicdani kaygılarla, acil ve ivedilikle hareket edilmezse, bu deprem ülkesinde çok acılar yaşayacağımızı biliyoruz ve artık çok üzgünüm ki biliyoruz.
Bugünden değil, daha dünden geç kalınmış da olsa imkansız değil.
TEK YÜREK gücü bu saatten sonra sadece bunun için var olmalı. Bu tribüne oynamakla değil sağlam imar ve inşalarla olur. Deprem sonrası maddi/manevi yıkımın enkazından nasıl kalkılır bilmiyorum zira bu insan ve yaşamına tahakküm eden ve ondan çalan, aç gözlü zihniyetin gaspı ve zulmünden başka bir şey değil, bunu iyi biliyorum. Sadece lanet olası paradan ve kendisinden başka bir şeyi ve birini düşünmeyen güruhun, ihtirasının yeryüzüne facia olarak dönmesidir, biliyorum.
TOKİ konutlarında yaşayanları TOKİ sınıfı diye ayrıştırıp üstten bakan insanların; yaşamda kaldığına, içi janjanlı, kolonsuz, çimentosuz binaların da insanlara mezar olduğunu gördük.
Hem paralarını hem canlarını çalan yapı anlayışının; kapitalizmin sözde medeniyetinin insan yaşamına göz dikişinde bizlerin de oltaya takıldığına acıyla, kahırla, kendi kendimize şahitlik yaptık. Harca insan yaşamlarını katmışlar.
Zihniyetiniz ve ahlaksızlığınız batsın…
Üzgünüm elli yıl geriye vurduk.
Nasıl bir vicdanla yaşamdasınız?
Nasıl bir ahlaksızlık, onursuzlukla ve o kirli ve o kanlı paralarınızla kaçmaya yelteniyorsunuz?
Utanıyorum ve acı duyuyorum, aynı topraklarda aynı atmosferi solumaktan.
Esef ve acı içindeyim.
Yarabbi bir yolsuz adına mahcup olmak, utanmak nasıl da elem verici bir şey…
Yaşamlara, bir ekin tarlasına giren marazın, ekinleri yarım yamalak kemirip tırtıklaması, telef etmesi, ziyan etmesi, hastalık bırakması gibi; insanlar eksilerin altında bulunan hava şartlarında çaresiz bitkin, yorgun, hasta düştüler.
İnsan telef olur mu, ekin gibi? Oldu…
Bunlara bizzat yaşayarak, acıyla şahit oldum.
Üzgünüm ki daha önce de çok kez yaşadık ve şahit olduk…
Söylenecek çok şey var. Dram ve gerçekler adına… Söylenecek çok şey var. Yanlışlar adına.
Gel gör ki; kalemim düştü kara…
“Ben kederimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ederim.” (Yusuf/86)
Yarabbi buna sebep olanlar zaten sana havale. Senin adaletin şaşmaz.
Amma velakin; zalimin yeksan oluşunu da bize göster. Bize bilinç ver, feraset ver, uyanık kıl.
Gari bu körlük öldürüyor bizi.