Kentler, çelişkilerin, zıtlıkların, derin yarılmaların, altüst oluşların yaşandığı ve yeni fikirlerin tohumunun atıldığı yerlerdir ve öğle de olmalıdır. Kentler dinlerin döl yataklarıdır. Bütün fikirler bütün dinler kentlerden çikar; çünkü kentler, yeni heyecanların ve ümitlerin yeşerdiği, yeni muştuların şafağına uyanılan mekanlardır.
Her bunalım, yeni bir beklentiyi, yeni bir düşünceyi tetikler ve besler. Kültürün en ince ve estetik örnekleri, kentin sokaklarında, evlerinde, mekanlarında doğar. Ve bu mekanlar, yeni ile eskinin, sahici olanla, sahtenin çatışmasına sahne olur.
Bu dönemlerde çok dikkatli olunmalıdır; çünkü, kendilerine güç devşirmek isteyen, karanlık vesayetçi gruplar olayları ve düşünceleri manipüle ederek, kendi lehlerine sonuçlandırmak isteyeceklerdir.
Kültür, yabancı bir kelime. Batı dillerinde 18. Asırda boy göstermiş. Serazat ve uçarı bir mefhum, her ülkede ayrı bir şekle bürünmüş.
Amerikalı bir yazar, kültürün 160 çeşit tarifini bulmuş. Tarımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar, akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mana.
Kültürü Fransızca’dan almışız. Kültürden öncesinde de, HARS kelimesini kullanmışız. “Antropologlarımız Amerikan irfanını ülkemize cömertçe taşıyalı beri kültürden ne anlayacağımızı şaşırdık.” İrfan dedik, maarif dedik, medeniyet dedik, ekin dedik.
” Medeniyet Resulü”! Reşit Paşadan (Şinasi) beri, kullandığımız “medeniyet kelimesi, zaman zaman da kültür yerine kullanılmış. Reşit Paşa, Paristen gönderdiği yazılarda bu kelimeyi; “terbiye-i nas ve icra-yı nizamat” olarak tarif eder. “Medeniyet asayişte kemaldir” (Namık Kemal)
Medeniyet kelimesine yapılan övgülere karşılık halk, bu kelimeyi asla benimsemez ve şüpheyle karşılar. Maşeri vicdanı dile getiren şairler için “garaz-ı nefsani”dir medeniyet (Yenişehirli Avni); “Tek dışı kalmış canavar” dır. ( Mehmed Akif)
Kısacası medeniyet kelimesinin halk nazarında ki karsılığı, bencil, şımarık ve düşman bir Avrupa, sefahat, fuhşiyat.
“Çağdaş uygarlık” ”zirveye vardıktan sonra, iştıyakla bakıyor ovaya ve kendini uçurumlara fırlatıyor. Kültürün en yüksek merhaleye ulaştığı Yeni Dünyada, kültür yok artık: karşı-kültür, anti-kültür, hip-kültür, kültür-sonrası, devrimci kültür var.”
“Avrupalı sosyologlar nazenini son hüviyeti içinde yakalamak ümidiyle, Amerika’ya koşuyorlar, ne mümkün! Bakıyorlar ki, “bitnikler” hippi olmuş, “Free jazz”, ” rock” la “pop”u tahtından indirmek üzere. Hareketin akıl hocaları bir yıl sonra unutuluveriyor.”
Çılgınlıklar, çılgınlıkları kovalıyor, Amerikadan gelen bu salgın, bütün dünyanın da baş tacı.. Belli geleneklere değil, geleneğe düşman; belli üslupta değil, üsluba asi. Hayata bir şey katmıyor, hayata bir şey eklemiyor, hayatın kendini değıstirmek peşinde.
Kültürü yok eden, bir kitle kültür ile karşı karşıyayız. Kültür artık, kazanılmış bir bilgiler bütünü değil; her şey okunduktan sonra unutulan ve sonra hatırlanmaya çalışılan şey değil.
Gerçek kültür bir tutkudur, hayatı anlama ve kavrama, insanı anlama, kendini insanlığın kaderinden sorumlu tutmadır. Bir yaşama tarzı, bir tecrübe, bir oluşum, bir tutum, bir sevgidir. İnsanlık ortak bir kültür sayesinde geleceği garanti altına alabilir ve ortak acılarını yenebilir. Sadece olmak yetmez; olmak içinde çaba göstermek lazım.
Kitle kültürünün esir aldığı kitlelerin, kentleri ele geçirdiğini görüyoruz. Artık kentler derin ve soylu düşüncelere yataklık etmiyor. Kitle kültürünü çıkarıyor, besliyor ve bütün bir aleme sunuyor. Yeni kentlerde, kültür yok artık. Karşı kültür var, hip kültürü var.
Kültürün yapıcısı insan; kitle kültürünün ise öznesı topluluktur. İnsanının ruhu, topluluğun ise ihtiyaçları vardır.
Kitle kültürü öğretir eğitmez, ahlâki olmaktan uzaktır. Kültür, ahlakidir, farklılaşmayı ve ortak bir hedefe gitmeyi esas alır.
Kitle kültürü değerden yoksundur ve değer üretmek yerine mevcut değerleri tüketir. Bencildir, şahsiyeti yok sayar ve faydanın peşinden koşar; tek düzedir.
” Manevi kıymetlerin seri halinde imalatıyla kopyalarla zevk ve değerden yoksun ürünlerle ve ferdiyete karşı ilgisizliğ ile, o, kişiliksizleşmeye götürür. Asıl kültürden farklı olarak “kitle kültürü” tekdüzelik eğilimiyle insan özgürlüģünü daraltır. Çünķü özgürlük tek düzeliğe karşı koymak demektir.” (Horkheimer)
Asıl üzücü olan, kültürle, kitle kültürünün birbirine karıştırılmasıdır. Kültür birlikteliğe; kitle kültürü ise manipülasyona dayanmaktadır. Kültürün, yapıcısı da, seyircisi de millettir. Kitle kültürünün icracısı ve seyircisi ayrı ayrıdır. Kitle iletişim vasıtalarının program yapımcıları bir elin parmakları sayısıncadır. Hazırlanan bu programları milyonlarca kişi izlemektedir ve bu programların asıl maksadı ise manipülasyondur. Kitle iletişim araçları, kitlelerin kitap ile bağını koparmıştır. Kitap okumaktan uzaklaşan insanların, yirmidört saatlerinin yarısı, televizyon ve sosyal medya hesaplarının başında geçmektedir.
Bugün öğle bir dünyada yaşıyoruz ki, medya ağlarının başında olanlar, doğrudan doğruya hazırladıkları programlarla, algı operasyonları yapmakta, kendi emellerini ve zevklerini kitlellere dayatmaktadırlar.
Kitle iletişim araçları ( radyo, televizyon, gazete, sosyal ağlar) vasıtasıyla, toplumun kıymet verdığı isimleri, kahramanları gözden düşürerek kendi icat ettikleri, kahramanları ve putları yüceltmeğe çalışır ve toplumun birlik ve beraberliğini dinamitlerler. Son zamanlarda, milletin dinine kutsallarına saldırmaları da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Kitlelere kaba kuvvetle bir şeyi dikte etmenin faydasızlığını bildiklerinden, kitle kültürü ile toplumun iradesini dumura uğratarak sahte hakikatleri, onlara empoze etmeye çalışırlar. Bunları yapmanın pek fazla bir maliyeti de yoktur. Ucuz ve bayağı eğlenceleri tekrar ede ede, insanları yeni efsanelere ve yalanlara ikna ederler.
Totalitar ve vesayetçi kesimler, televizyon, iletişim araçları ve sosyal medya aracılığı ile kitleleri baskı altına alarak, onların neler düşünmesi gerektiğini belirler ve o şekilde düşünmelerini sağlarlar. Bu vasıtalar, esir kamplarındaki ve mahpushanedeki esaretten daha tehlikelidir.
Bu artık öyle bir dünyadır ki, insanlık ideallerinden uzaklaştırılmış ve yaratılan algıların ötesinde, bir şey isteyemez olmuştur; yani insanlığın yüreğindeki arzuların pınarı tüketilmiş, kurutulmuştur.
Kara ve sinsi bulutların getirdiği algı yagmurlarının altında sırılsıklam ıslanan ve mutlu olduklarına inandırılan kitleler, kendilerini yenileyemedikleri için hazzın doruklarında ölüme koşar adım gidiyorlar; talihli erkek arının çiftleşme uçuşunun ardından ölüp gitmesi gibi…
Zinnur Şimşek