NEDEN KAPALI İHBARLAR…
“…İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki:
“Âhiretin tafsilâtını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan Sahabelerin fikirleri, niçin bin sene hakikatten uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevîde bin dört yüz sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib zannetmişler?”
Bu sualin cevabını her okuduğumda, Üstad Said Nursi ‘nin bir beyanı fışkırır zihnimden. “Ben yaşamadığım ve şahidimin olmadığı hiçbir şeyi yazmadım.” buyurur. (Emirdağ Lahikası-1)
Demek oluyor ki Üstad, Risale-i Nur “külliyatı”nda bahsettiği hiçbir vakıadan da yeni tâbirle “soyutlanmış” değildir. Bunu destekleyen o kadar beyanı var ki… Sadece birini hatırlayalım: “Kardeşim ben size nisbeten bir ders arkadaşayım…”
Sualin cevabında kalmıştık en son. Mealen şöyleydi. Sahabîler, Nübüvvet feyzinin sohbetinden, dünyanın fani olduğunu, asıl mekânlarının Ahiret olduğunu düşünerek, kıyamet vaktinin kapalılık sebep ve hikmetini anlayarak, dünyanın eceline karşı daima hazır bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlardır.
“Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz” tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevîdir. Yoksa vuku-u muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki hakikatten uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın bu nevi sözleri, hikmet-i ibhamdan ileri geliyor.
Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet “Onlar geçmiş” demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin.
“Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır.
“Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî zayi olurdu.” (Yirmi Dördüncü Söz- s.149-150)
Demek ki Mehdiyyet gibi bir mânanın ihbarına –yaklaşık- iki yüz hadisin teması “her asırdaki” ümmetin ye’se düşmesine mâni olup bir ümit çağlayanı hâlinde, şevk ve gayretle tebliğ vazifesini her sahada “yapmaya devam etmesini” sağlamak içindir.
Öyleyse mâzideki bir zata Mehdii Ahirza man deyip “işi” durdurmak, hem ehadiste verilen ihbarlara, hem Üstad’ın kapalı bir perdeyi “ol elmas kılınca saykal vurucu”ya benzer eserleriyle ve farikalı ifadeleriyle hakikata muhalif, hem de “maslahat-ı irşad-ı umumi”yi zayi etmesi noktasından bir ” gayretsizlik”, hatta himmetsizlik olurdu.
Mehmet Nuri Bingöl