ÖMÜR DEDİĞİNİZ NEDİR Kİ?
“Ah beynimin besini insan. Beynim insansız ölmekte” ve o arı duru insanı aramakta.
Ey çamurlara bölenmiş insan ve nefsim, ruhlar meclisindeki misakını nasılda çabuk unutuyor ve ahdine misakına sahip çıkmıyorsun? Hiç bitmeyecek gibi algıladığın bu ömür, hatta bu kainat bir gün sona erecek. Hem kendi yıldızın ve hem de kainatın yıldızı vakti gelince sönecek. Güneş ısısını ve aydınlığını kaybedecek. Başka dünyalarda başlamış ve bitmiş olan maceramız, yine başka dünyalarda devam edip gidecek. Unutma ki bu dünyadaki hayatımız, bir sonraki hayatımızın bir provası, bir sınav alanı. Bir mola, bir geçiş, bir vize alma yeri, bir düşüşün yüceliğe yükselme basamağı. Bir gölgelik. Sefere çıkmak için azık hazırlama ve heybeyi doldurma durağı. Bekleme odası, duraklardan bir durak. Durmak için değil, varmak için bir güzergah.
Unutma ki, zaman her şeyi havanında döver; un ufak eder ve bir silindir gibi ezip geçer. Zamanın karşısında her şey eskir, pörsür ve zamanın önünde diz çöker. Sen zamana karşı dur, zamanın önünde diz çökme, zamana mahkûm olma. Zamanı, zamanda aş. Zamanda namütenahiyi yaşayarak, zamanı yen. Zamana mahkûm olanlar, ebedi mahkumiyeti hak ederler. Zamanı aş ve zaman küheylanına binerek sonsuzluğa, ebedi mutluluğa kanatlan. O vakit, gidişini taçlandıracak, ölümü öldürerek ebedî mutluluğa erişeceksin.
Yaşayan her canlı, doğar, büyür ölür. Her canlı ölümü tadar ve ölümün okundan kendini kurtaramaz.
İnsan, ebedî olmak ister. Hiç ölmeyecek gibi dünyaya meyleder. Çalışır didinir, düşer, kalkar, sendeler, her şeyin sahibi olmak ister. Unutma ki varoluşuna fânilik alçısı katılmıştır. Ölümü ne kadar da unutmak istesen de günün ve zamanın bir anında akibet gelip seni bulacak. Farkında ol veya olma, sonuç değişmeyecek. Maddi olarak biriktirdiklerinin hiçbirisi seni bu akıbetten kurtaramayacak.
Şu insan garip bir yaratık. Yücelikler için yaratılmış, aşağılıklara meyleder durur. Çamurlarda debelenip Ruhunu öldürür ve bedenini yaşatmaya çalışır. Bilmiyor ki, beden ölümlü, ruh ölümsüzdür ve beden dünyada sana verilmiş bir surettir. Suret değil, siret önemlidir.
Ömür (hayat) dediğiniz nedir ki, bir nefes alıp vermek. Uyuyup bir daha uyanamamak gibidir. Doğuyorsunuz, emekleyerek yürümeye başlıyorsunuz; sonra büyüme ve olgunlaşma. Her saniyede bir, ölüme yaklaşma.
“Bir çelmelik bu hayat.”
Aslında her canlı Ölmek için doğar. Bir başkasının ölümünde kendi ölümünü görür ve ağlar. Ölüme mahkûm bir hayatın mutluluğu mu olur? Bomba altımızda. bombanın üstünde tahta kulübemiz. Ha patladı, ha patlayacak…
Süslenmiş bedenlerimizi ölümden korumaya çalışıyoruz. Ne yapsak nafile. Bedenimiz bugün veya yarın muhakkak toprak olacak. Korumaya çalıştığımız bedenimiz toprakla bütünleşecek ve topraktan gelen toprağa dönecek. Aynada seyretmeye doyamadığımız bu bedenimizi süsleyen deriler, etler yılanlara, çıyanlara azık olacak. Bu dünyada bizden bir kemik, belki de oda kalmayacak.
Asaf Halet Çelebi, Ķunàla şiirinde, ne kadarda güzel dile getirmiş.
….
“Simsiyah saçların var Kunăla
kemiklerine yapışık etlerin var
Bir gün dökülecek
kumakuşu gibi gözlerin var
bir gün sönecek
kunāla
bu etlerin arkasında güzelliklerin var
benden başka kimse bilmeyecek
bu can içimde kuştur kunāla
seni görünce titrer
bu can gözümde muhabbettir kunala
seni görünce yanar
bu can burnumda soluk olur kunala
uçar gider”
…….
Evet, bir gün cankuşu bedenden ayrılacak ve başka dünyalara uçup gidecek.
“Ey lekelenmiş melek vaktim. Fânilik alçım, günah çelengi bedenim. Sisif lik alınyazım, ölüme mahkûm hayatım, karanlıkta asılı ruhum, ölmemeye azmetmiş aklım, yitik cennetini hatırlamayan hafızam, yoz düşüncem, bir musalla taşı saltanatım, bulamadığım bir gölgelik mutluluğum, maddeye ezdirdiğim ruhum, unuttuğum hikmetim.”
Hele bir hatırla, bir hatırla ne olur. Ruhlar meclisini hatırla, var oluşunu hatırla, sen yoktun seni var kılanı hatırla, dönmek için gönderildiğini hatırla. Hatırla! hatırla ki, yaratılışındaki hikmeti bulasın. Hatırla ki, insan olmanın bilincine varasın. Hatırla ki, ebedi saadeti hakk edesin.
Hatırla ki, ölüm gelmeden önce, ölümün şartlarına bürünerek ölümü aşabilesin ve sende ölümün ötesini, değişmez mevsimin çiçeklerini inancın yüce dağ doruklarından toplayabilesin.
Senin için hazırlanan sarayları unutup çerden, çöpten kulübeye ram olmayasın itibar etmeyesin.
Çile ve ızdıraplarla pişen ve olgunlaşan ruh yüceliğinin, sırrına eresin ve görünmeyen dünyadan yankılarla sonsuzluğu daha dünyada iken yaşayasın. “Hayat, ölümle terbiye edilmiş. Ölümün ve mezarın anlamı da bu değil mi acaba? Düşüşü yükselişe çevirmek için bedenlerimize yüklenmiş bir çile saati ve bir sarkaç gibi bir ölüme bir hayata gidip gelen ruh’larla, sadece biyolojik yaşantının içinde vakit dolduran ruhlar arasında ne büyük uçurumlar vardır!”
Birisi, yücelerin yüceliğinde, diğeri, aşağıların aşağısında.
Sen hangisinde olmak istersin? Karar ver.
Zinnur ŞİMŞEK