Sünnetin korunmuşluğu (2)
Enbiya Suresi 32. Ayet ile göğün korunduğu, Maide Suresi 67. Ayette ise özgür iradelerini kullanarak, şer niyetiyle Allah Resulünün hayatını sonlandırmak isteseler bile İslam düşmanlarına karşı Allah tarafından korunacağı bize öğretilmiş oldu, insanoğlu tarafından ise buna şahit olundu. İlahi koruma, Rabbimiz için çok kolaydır. Yeter ki dilesin.
Bu itikadi dayanak ile aşağıdaki ayetler daha kolay anlaşılabilir.
O (Allah), ümmilere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir Resul gönderendir. Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Cuma Suresi 2. Ayet)
Ve henüz kendilerine katılmamış bulunan başka insanlara da. (sonraki nesillere de kitap ve hikmeti öğretecek Resulünü göndermiştir). O, kudreti daima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır. (Cuma Suresi 3. Ayet)
Cuma Suresi 2. Ayette Resulün, daha önce sapıklık içinde olanlara kitabı ve hikmeti öğrettiğinden bahsedilmesinden sonra, Cuma Suresi 3. Ayet bir önceki ayetin devamı olarak “ve aharine” yani “ve diğerlerine” diye başlayarak, aynı peygamberin aynı görevle kendisine erişememiş diğerlerine de kitap ve hikmeti öğrettiği vurgulanmış olur.
Cuma Suresi 3. Ayetin okunuşu şöyledir: Ve aharine (ve diğerlerine) minhum (onlardan) lemma (henüz) yelhaku (katılmayan) bi him (kendilerine). ve huvel (ve o) azizul (azizdir) hakim (hakimdir).
Cuma Suresi 2-3. ayetlerinde, kitap ve hikmeti öğreten Resulün, kendilerine henüz katılamamış diğer insanlara, diğer nesillere de kitap ve hikmeti öğreteceği belirtilerek, Resulün kitap ve hikmeti öğretme görevinin, Resul vefat etsede devam ederek korunacağına, Kur’an’daki en güçlü delillerden biri olarak işaret edilmiştir. Sizce Allah, Resule ait bu vazifenin korunacağı iddiasını kıyamete kadar geçen süre içinde hiç boşa düşürür mü?
Allah Resulünün vefatı sonrasında ortaya çıkan tüm nesillere ve dolayısıyla bize, Allah Resulünün kitap ve hikmeti öğrettiğine işaret eden ilgili ayetleri nesh eden bir ayet olmadığı halde, nesh edildiği düşünülürse, aynı mantıkla namaz, oruç, zekat, hac ile ilgili ayetleri nesh eden bir ayet olmadığı halde, nesh edilmiş olabileceği de yarın öbür gün düşünülebilir. Bunun önünde hiçbir engel kalmamış olur.
Cuma suresi 2. Ayette Kitap ve hikmeti öğreten bir Resulün gönderilmiş olduğundan bahsedildikten sonra, kitap ve hikmeti öğreten Resulün sonraki nesillere de gönderildiğini, bundan dolayı Resulün bize kitap ve hikmeti öğretmesiyle ilgili açıklamaların korunduğuna işaret eden Cuma suresi 3. Ayetin, ilk defa okuyanın bile bu konuda ilahi korunmanın olduğunu anlayabileceği bir şekilde nasıl meallendirildiğini başka meallerdende delillendirmek isterim…
Henüz kendilerine katılmamış bulunan diğerlerine de (sonraki nesillere de bu elçiyi göndermiştir). O güçlüdür, doğru hüküm verendir. (Mehmet Okuyan – Cuma Suresi 3. Ayet meali)
Bunları, henüz onlara katılmamış başkalarına da öğretecektir. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan O’dur (Süleymaniye vakfı – Cuma Suresi 3. Ayet meali)
Aynı ayet için başka meallere daha bakalım.
(Aynı peygamber) onlardan (mü’minlerden) henüz kendilerine katılıp erişememiş bulunan diğerlerine dahi (kitabı ve hikmeti öğretir). O, galib-i mutlakdır, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. (Hasan Basri Çantay – Cuma Suresi 3. Ayet meali)
(Allah, bu son Nebiyi) henüz kendilerine katılamayan başkalarına ve (gelecek nesillere de Nebi olarak) göndermiştir. O (Allah), mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Cemal Külünkoğlu Cuma Suresi 3. Ayet)
Cuma Suresi 2. Ayette Resullük görevi olarak bize Kur’an okumanın dışında da bir görevi olan kitap ve hikmeti öğreten bir Resul gönderildiğini bildiren Kur’an, Kitap ve hikmeti öğretme görevine sahip Resulün, tüm insanlara gönderilmiş olmasını, Rabbimiz Cuma Suresi 3. Ayetin sonundaki “O azizdir, hakimdir” ifadesiyle, kendi mutlak gücüne ve doğru hüküm vermesine bağlamıştır. Yani, Resulün kitap ve hikmeti öğretme görevinin tüm insanlık için olmasından ötürü, sonraki nesillere de kitap ve hikmete dair Resulün öğrettiklerinin ulaşacağını, bunların korunacağını, Rabbimiz “O azizdir, hakimdir” ifadesiyle esmasındaki üstün güç ve hikmet tecellisini önümüze delil olarak koyarak, kuvvetli bir biçimde temellendirmiştir.
Kur’an’da bize, “kitap ve hikmeti öğreten Resul” vurgusunu yapan ayetler nesh edilmediğine göre, Cuma Suresi 3. Ayetin “ve aharine” diye yani “ve diğerlerine” diye başlaması, bu öğretilerin diğerlerine de ulaşması için korunduğuna çok kuvvetli bir delildir.
Kur’an’ın apaçık olduğunu söyleyen birinin kendisiyle çelişmemesi adına, apaçık olduğuna inandığı bu gibi ayetleri olduğu gibi kabul etmesi gerekir. Yani kitap ve hikmeti açıklayan peygamberin sonraki nesillere de bu vazifesini yapacağını işaret eden bu ayetleri olduğu gibi kabul etmesi gerekir.
“Kur’an apaçık olsada bazı ayetlerin açıklanması gerektiğinden, Cuma Suresi 2-3. ayetler gibi bazı ayetlerin açıklanması gerekir” diye düşünüyorsa eğer, böyle düşünmesinin sonucu olarak, bu gibi açıklanması gerektiğini düşündüğü ayetleri vahiyle açıklamaya veya öğretmeye çalışacağından, vahiyle kitap ve hikmeti öğreten başka birini de (öncelikle, açıklayan veya öğreten peygamberi de) kabul etmesinden başka çaresi yok.
Görüldüğü üzere bahsettiğimiz iki farklı anlayışa göre de, Cuma Suresi 2-3. Ayetlerdeki, bize Resulün kitap ve hikmeti öğretmesi hakikatinden fıtri olarak kaçış mümkün değil.
Eğer Allah Resulü Kur’an’ı hiç öğretmediyse (açıklamadıysa), sadece ayetleri okuyup tebliğ yaptıysa, kendileride inandıkları bu sünnete uyup, hiç ayetleri öğretmeye (açıklamaya) çalışmadan, yalnızca ayetleri okuyarak tebliğ yapmalıdır. Kendileri de bir açıklama gerektiğinde, kendileriyle çelişmemek adına Kur’an ayetlerini okuyup, bırakmaları gerekir. Bir konuyu ilgili ayetler üzerinden açıklarken veya bazı ayetleri bir başka ayetler üzerinden açıklarken kendi sözlerini de kullanarak, açıklama yapma zorunluluklarından anlaşılıyor ki, açıktan açığa dillendirmeselerde insanlara ayetleri okuyup bırakmadan, öğretmek ve açıklamak için kendi sözleriyle konuşmanın fıtri bir gereklilik olduğu hususu içten içe kabul edilmektedir.
Fakat, Cuma Suresindeki 2-3. ayetlerine rağmen Allah Resulünün yalnızca kitabı okumakla sınırlı olmayan kitap ve hikmeti öğretme görevinin (özellikle mütevatir haberlerle ve yaşayan sünnetle gelen bize ulaşan somut ibadi ve ahlaki örnekliğin), kıyamete kadar korunarak nesh edilmemiş olduğu ayetlerle işaret edilmiş olmasına rağmen, bu gibi ayetleri bildikleri halde bu ayetler Kur’an’da yokmuş gibi davranmaya çalışmaları, bunun için çetin bir mücadeleye girmeleri, kesinlikle farkında olmadan ilahi takdire sınır konulmasını doğurur.
Resulullah’ın konumuyla ilgili ayetlerin dosdoğru açıklamalarını bilmeyenlerin, gerçeği öğreninceye kadar ki yanlış görüşleri belli ölçüde mazur görülebilir.
Vahyi öğretme vazifesi olan Allah Resulünün, bu vazifesiyle birlikte Kur’an’ın ilk muhataplarına ve sonraki nesillere gönderilmiş olmasının ilahi bir lütuf olduğu gerçeğini, Cuma Suresi 4. Ayet hiç durmadan her görüşteki insana deklare etmektedir.
Kitabın indirildiği dönemdeki nesile ve sonraki nesillere Kitap ve hikmeti açıklama (öğretme) görevi olan peygamberimizin (a.s) bu göreviyle ilgili ayetler nesh olsaydı eğer, Kur’an’da böyle bir görevi olduğu bildirilen bir peygamberin Cuma Suresi 3. Ayette diğerlerine de (sonraki nesillere de) kitap ve hikmeti açıklayacağı, Araf suresi 158. Ayette tüm insanlığın peygamberi olduğu ve ona uyulunca doğru yola ulaşılacağı, o zaman neden vurgulandı?
Birilerince sanıldığı gibi peygamberimiz (a.s) yalnız tebliğ eden haşa bir postacı hükmünde olsaydı eğer, Kur’an’da, kitap ve hikmeti açıklayan (öğreten) olduğu bildirilen, somut örnekliğine bakmamız istenen, ihtilaflarda hakemliğine başvurmamız istenen peygamberimizin (a.s), tüm insanlığın peygamberi olduğu, Cuma suresi 3. Ayette ve Araf Suresi 158. Ayette niye vurgulandı?
Peygamberimizin vefatıyla vazifesi sona erecekse eğer, Araf Suresi 158. Ayette tüm insanlığın peygamberi olduğu belirtildikten sonra bu ayetin sonunda, ona (Allah Resulüne) uyunca doğru yola ulaşılacağı neden söylendi? Bu vazifelerinin sona erdiğini bildiren herhangi bir ayet yok. Bilakis bu vazifelerinin devam ettiğine işaret eden apaçık ayetler var.
Kuran’da, Allah tarafından kitap ve hikmeti öğreten bir Resul gönderilmiş olduğu vurgusundan anlıyoruz ki, demek ki kitap ve hikmetin Resul tarafından öğretilmesi zorunludur. Demek ki, Kur’an öğretilmesi gereken bir kitaptır. Demek ki, Allah’ın Resulü muallimimiz olmaktadır. Öğretilmesi gereken kitap ve hikmetin Resulullah tarafından öğretildiği gerçeğinin, günümüzde bizim için geçerli olmadığını düşünmek, çok net bir şekilde tarihselci bakış açısıyla bu konuyla ilgili ayetlerin nesh olduğuna dair bir algının oluşmasıyla ilgilidir.
Kitap ve hikmeti öğrenmek farz olduğuna göre, Allah Resulü de kitap ve hikmeti bize öğrettiğine göre, Kur’an’daki, “Resule itaat eden, Allah’a itaat (vahye itaat) eder” (bk. Nisa 4/80) ayetinde bize verilen emir, en başta kitap ve hikmeti öğrenme farzı ve zorunluluğundan ötürüdür.
“Kur’an’a itaat eden, Resule itaat etmiş olur” sözü bir beşer sözüdür, bir beşer yorumudur. Kur’an’da, “Kur’an’a itaat eden, Resule itaat eder” diye bir ayet yok. Ama “Resule itaat eden, Allah’a itaat (vahye itaat) eder” (bk. Nisa 4/80) diye ayet var. Bu beşer sözü veya yorumu da değildir. İlahi bir kelamdır.