SURUÇ ÜZERİNE
Fırat’ın bereketli kıyılarında, Mezopotamya’nın kadim ruhunu içinde taşıyan bir ilçedir Suruç. Şanlıurfa’nın batısında yer alır ama ruhu, sınırların çok ötesine taşar. Çünkü Suruç, bir ovadan ibaret değildir; bir direnişin, bir bereketin ve bir vefanın adıdır.
Tarihin derin katmanlarında, yüzlerce medeniyet bu topraklarda iz bırakmıştır. Hititler’den Asurlar’a, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar nice kavim ve kültür, Suruç’ta buluşmuştur. Bu kadim belde, bir zamanlar Harran’ın kardeşi gibi bilinir, bilim ve ilim kervanlarının yol üstü sayılırdı.
Suruç Ovası… Yalnızca buğdayın, mercimeğin değil; alın terinin ve helal lokmanın da mayalandığı yerdir. Fıstığıyla meşhurdur; o toprakta yetişen fıstık, sanki güneşin, toprağın ve emeğin birleşimiyle dile gelir. Her hasat, bir bayram havasında geçer, harman yerinde dualar yükselir göğe.
Suruç’un insanı merttir, yüreği sıcaktır. Komşuluk bir gelenek değil, bir hayat tarzıdır burada. Kapıların ardında değil, gönüllerde kilit yoktur. Düğünde halaylar, taziyede dualar birleşir; sevinç ve keder bölüşülür, birlikte yaşanır. Dillerde Kürtçe, Türkçe, Arapça… ama yüreklerde tek bir lisan vardır: Muhabbet.
Ve Suruç, mazlumun yanında durmanın da adıdır. Zaman zaman sınırın öte yanındaki feryatlara kulak kesilir; gözyaşına omuz, yaraya merhem olur. Çünkü bu topraklar yalnızca mahsul değil, insanlık da yetiştirir.
Meydanlarında çocuklar koşturur, yaşlılar gölgede eski günleri anar. Camilerinden ezanlar yükselir, pazarda esnafın selâmı eksik olmaz. Her sokak, bir hatıradır; her ev, bir hikâye anlatır insana.
Suruç… Güneşin doğuşunu en önce gören, ama gölgesinde bile insanı ısıtan bir yerdir. Belki bir haritada küçük görünür ama gönüllerde büyük bir yer tutar.
Bu memleketin adı Suruç’tur; ama aslında o, insanlığın ortak vicdanıdır.
SURUÇ
(Toprağın Gönlüne Düşen Güneş)