YAHUDİLERİN TARİHİNDE BİR YOLCULUK!
Tarih, bir bakıma ibret almak için okunur. Yalan ve yanlış yazılan tarihten ibret alınamayacağına göre, okutulan tarihle akıntıya kürek çekmiş oluyoruz.
Dünya Siyonist Örgütü’nü kurmuş ve bir Yahudi devleti kurma amacıyla Yahudilerin, Filistin’e göç etmeleri gerektiği fikrini savunan işgalci İsrail Devleti’nin kurucu babası olarak kabul edilen Theodor Herzl ve Yahudi ileri gelenleri, Sultan Abdulhamid Han’ın huzuruna çıkarlar…
O günlerde Osmanlı Devleti borç içinde kıvranırken, bu borçları Filistin topraklarının karşılığında kapatabileceklerini söylüyorlar. Sultan Abdulhamid Han, “Şehit kanıyla alınan toprakların bedelinin olamayacağını ve asla satılamayacağını” söyleyerek gelen temsilcileri kovar. Ancak Siyonist Yahudiler boş durmadılar, Avrupa’nın birçok merkezinde konferanslar düzenlediler. Bu konferansların amacı dünyanın birçok yerinde bulunan Yahudilerin Filistin’e göçlerini sağlamaktır.
Hıristiyanlar, Yahudiler’den nefret ederler ve onları, Peygamberlerini öldüren (Hıristiyan inancına göre) lanetli kavim addederlerdi. Yahudiler’den kurtulmak için, Siyonistlerin bu projesini desteklediler.
O topraklar bize ait iken, bir kısım Filistinli’nin sahip oldukları toprağı satmasınlar diye, Sultan Abdülhamit Han, tehlikeyi sezdi ve hemen önlemini alarak bütün Filistin topraklarını satın aldı ve Memalik-i Şahane’ye (Padişahın mülkü olarak) tapuladı. Böylece hiç kimse, bir karış toprak satamadı.
Bazı sürüntü tipler, Filistin konusunda
Sultan Abdülhamid Han’a iftira atarak Filistin topraklarını Yahudilere sattığını ileri sürüyorlar. Halbuki Sultan Abdülhamid Han, Filistin topraklarını vermediği için ihanete uğrayarak tahtından indirilmiş mazlum ve mağdur bir padişahtır.
Sultan Abdulhamid Han’ı tahtından indirip sürgüne gönderdiler. İktidarı ele geçiren İttihad ve Teraki önderleri, bütün bir ülkeyle birlikte, Padişah’ın şahsi mülkünü de peşkeş çektiler.
Filistin coğrafyası yaklaşık 500 yıl Osmanlı’nın hakimiyetinde kaldı. İngilizler bir oldubittiyle Filistin toprakları üzerine İsrail denilen haydut devletin temellerini atarak Ortadoğu’da bitmeyen savaşları da başlatmış oldu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, o yerler İngilizler’in eline geçti. İngilizler’in desteğiyle Filistin toprakları üzerinde işgalci İsrail devleti 1948 yılında kuruldu. Müslüman ülkeler arasında İsrail’i ilk tanıyan devlet ise 1949 yılında Türkiye oldu maalesef…
… Ve
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, İsrail’in hamiliğine soyundu. Uluslararası tüm resmi platformlarda iki bağımsız devletli çözüm şekli kabul edilmesine rağmen, bu duruma izin verilmedi. İsrail, sürekli Müslümanın kanı dökerek adım adım Filistin topraklarını işgal etti. O topraklar, Osmanlı’nın elinden çıktığı günden beri bir gün olsun bile huzur yüzü görmedi. Zira İsrail, hiçbir gün devlet gibi değil, tam bir terör örgütü gibi davrandı.
7 Ekim 2023 tarihi itibarıyla kelimenin tam anlamıyla soykırıma girişti. Bütün dünya, hunharca işlenen bu katliamları izlerken, kendilerini medeni ve insan haklarının savunucusu gören ülkeler, İsrail’in vahşetini destekliyor ve yanında yer alıyorlar. Dünya’nın yarısını teşkil eden diğer ülkeler ise, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” gafleti, dalaleti ve dilsiz şeytan olma yarışı içindeler.
Müslüman ülkeler, daha doğrusu halklarının müslüman olduğu ülkelerin bir çok lideri tam teslimiyetle ABD’nin emrine girmişler…
Ne büyük utanç ya Rabb!?
1.8 milyar müslüman, 9 milyon Yahudi ile başa çıkamıyor!?
Arap liderler, akan kardeşlerinin kanını seyrediyor! O bombaları atan uçakların benzinini Araplar veriyor!
Acı olan bu ya!?
Ve hatta utanç olan…
Arrun aleyküm!
… Ve Hz. İsa (a.s) ve Mesih:
Hıristiyanlık inancına göre Tanrı’nın Oğlu Hz. İsa (a.s) büyüyüp tebliğ faaliyetlerine başlayınca onun etrafında toplanan ilk Hıristiyan toplum, Yahudilerin beklenen Mesih ümidinin Hz. İsa (a.s) ile gerçekleştiğine inandılar. Yahudilerin çoğunluğu ve din adamları ise Hiristiyanların “Tanrı Oğlu” ile “Mesih” gibi birtakım iddialarını benimsemedikleri gibi buna şiddetle karşı çıktılar. Zira bu durum dinden sapmayı işaret ediyordu. Hıristiyanlığın tebliğ sürecinde Yahudi toplumu Hz. İsa (a.s) hakkındaki hükmünü çoktan vermişti. Nitekim Yahudiler, dini geleneklerine sahip çıkmak adına o andan itibaren sadece Hıristiyanlığa karşı çıkmakla yetinmeyip aynı zamanda Hz. İsa (a.s)’ın yakalanıp öldürülmesi durumunda da yoğun faaliyetlere giriştiler.
Kendisine türlü suçlar isnat edilen ve bunlardan yargılanan Hz. İsa (a.s), Yahudilerin istekleri doğrultusunda Roma İmparatoru eliyle Çarmıh’a gerilerek idam edildi. Bu olay, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında kapanması mümkün olmayan bir gönül yarası açtı. Çarmıh olayından itibaren Hz. İsa (a.s)’ın öğretileri etrafında toplanan Hıristiyanlar bir taraftan onun mesajlarını insanlara yayarken, diğer yandan da Yahudileri “Tanrı/Mesih katili” olarak lanetleme yoluna gittiler ve üstelik onları baş düşmanları olarak kabul ettiler.
Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki ilişkilerin baştan itibaren daima çatışma ve düşmanlık temelinde seyretmesinin nedeni işte bu derin kırılmadır. İlerleyen süreçte asırlar boyu bu kırılma daha da derinleştirerek devam etti.
… Ve Hz. İsa (a.s) ve Çarmıh:
Hz. İsa (a.s)’in doğumuyla gerçekleşip olağanüstü mücadelesiyle devam eden ve Hıristiyanlık anlayışına göre Çarmıh’a gerilip trajik ölümüyle neticelenen gelişmeler, o tarihlerden başlayıp çok elim olaylarla devam eden ve günümüzde bambaşka bir noktaya evrilen Hıristiyanlarla Yahudiler arasındaki ilişkilerin seyrini belirlemiştir. Bu öyle bir ilişki ki, asırlar boyunca Hıristiyan dünyası Yahudileri, Tanrı oğlu Hz. İsa (a.s)’ı öldürdükleri için “Tanrı/Mesih Katilleri” olarak lanetlemekle kalmadılar aynı zamanda onları can düşmanı olarak gördüler, yok saydılar, dışladılar, aşağıladılar, sürgün ettiler ve soykırıma uğrattılar. Üstelik bu durum 20. Yüzyıla kadar aralıksız olarak böyle devam etti. Bu süreç 2. Dünya Savaşı sularında Nazi Almanyası ve müttefikleri tarafından Avrupa’daki 6 milyon Yahudi’ye karşı devlet desteğiyle sistematik olarak gerçekleştirilen Holokost (soykırım) ile zirve noktasına ulaştı.
… Ve Holokost (Soykırım):
2. Dünya Savaşı günlerinde Hıristiyan Avrupa’nın orta yerinde gerçekleşen Holokost (soykırım), Yahudi tarihinin en acı olaylarından birisiydi. Burada altı milyon kadar Yahudi, devlet eliyle katledildi ve bu durum hem Hıristiyan ve hem de Yahudi dünyasında derin kırılmalara, yıkımlara ve sorgulamalara neden oldu. Holokost olayı Hıristiyanlar açısından Yahudi düşmanlığı olayının sorgulanmasına neden olurken, Yahudiler açısından da devlet kurma yolunda ciddi adımların atılmasına sebebiyet verdi. Bu olay neticesinde Hıristiyanların Yahudilere bakışı keskin bir dönüşüm geçirdi ve Tanrı katili olarak düşman bildikleri Yahudileri bundan sonra Mesih şahidi olarak görmeye başladılar.
… Ve Siyonizm ideli:
Hıristiyanlar doğar doğmaz çocuklarını Kilise’ye götürürler. Düğünlerini Kilise’de yaparlar. Anaokulu’na giden her Hıristiyan çocuk, haftanın bir günü Kilise’ye götürülür ve nasıl dua edeceği öğretilir.
Yahudiler’de ise ilk iş, bir yaşındaki bebeğe İbranice öğretmekle başlar. Çünkü çocuklarının Tevrat’ı iyi bilmelerini isterler!
4 ile 10 yaş arasındaki her Yahudi çocuğu silah kullanmayı zorunlu öğrenir.
5 yaşına gelince de Mescid-i Aksa’ya götürülür çocuğa; “Bak yavrum! biz birgün bu Mescid-i Aksa’yı yakacağız ve yerine Süleyman mabedini yapacağız. Buna bizim ömrümüz yetmez ise bunu sen yapacaksın” diye yemin ettirilir!
Daha küçüklükten her çocuğa Arz-ı Mev’ud (va’dedilmiş toprak) düşünmesi empoze edilir ki, çocuk hep o hayalle büyür…
… Ve Arz-ı Mev’ud:
Va’ad edilmiş topraklardır. Ancak Kur’an-ı Kerim bu iddiaları onaylamaz.
Va’dedilmiş topraklar, Museviliğe yani Yahudiliğe göre Yehova tarafından İsrailoğullarına va’dedilmiş bölgedir. Yahudilik inancına göre Hz. Musa (a.s)’ın Filistin’e girene kadar dolaşmış olduğu topraklardır. Tam olarak sınırları belli olmamakla beraber, bugün İsrail topraklarını oluşturan bölgenin Va’dedilmiş topraklar olduğu “Siyonistler tarafından” savunulur.
Tevrat’ın Tekvin kitabının 15. Bab’ında ise şöyle yazmaktadır:
“O günde Rab, Abraham’la ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine (soyuna) verdim.”
Bu tanıma göre ise Fırat Nehri’nden Nil Nehri’ne kadar olan geniş bölge İsrailoğullarına va’dedilmiştir. Bununla birlikte sınırlarının tam olarak belirtilmemiş olması nedeniyle bu tanım da oldukça tartışmalıdır.
Siyonist Yahudilere göre:
Nil’den Fırat’a va’ad edilmiş topraklardır!
Allah’ın, Hz. İbrahim (a.s)’e ve O’nun soyundan gelenlere vermeyi va’ad ettiği yer için kullanılan terimdir.
İbranice’de, “Eretz Israel” denilen bu bölge Ahd-i Atik’te “Ken’an diyarı” “Diyar” “Gurbet diyarı” “Memleket” diye de zikredilmektedir. İkinci Mabed döneminden itibaren ise “Arz-ı Mev’ud” diye adlandırılmış olup Ahd-i Cedid’de de bu isimle geçmektedir. Ahd-i Atik’te burası ayrıca “İyi ve geniş diyar” “Süt ve bal akan diyar” “Bütün memleketlerin süsü olan diyar” diye tavsif edilmiştir. Kitab-ı Mukaddes’te Hz. İbrahim (a.s)’e yapılan vaadde, “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge” Hz. Musa (a.s) ve Yeşu’a yapılan vaadde, “Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak!” denilmiştir. Arz-ı Mev’ud’un sınırları Ahd-i Atik’te daha ayrıntılı olarak verilmektedir!
… Ve Siyonist İsrail Tanrı’sı diyor ki:
Tevrat’a (sonradan uydurulan Tevrat) göre, Hz. Musa (a.s)’ın Rab’dan yani Yehova’dan aldığı bu “On Emir” Yahudiler arasındaki ilişkiyi düzenler.
Yani, “Öldürmeyeceksin” emri, “Yahudi, Yahudi’yi öldürmesin” anlamındadır.
Tevrat’ta geçen Ayetlere bakılırsa, “kimseyi sağ bırakmayacaksın, yok edeceksin, helak edeceksin” gibi ifadelerle dolu birçok emre rastlarsınız.
Tevrat’ta Tesniye, Bap 20, 16 ve 18. emirde:
“Rabb’in sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. Rabb’in sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin” diyor.
Hezekiel, Bap 9, Ayet 5-6 emirde:
“Vurun; gözünüz esirgemesin ve acımayın; ihtiyarı, genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun” diyor.
Yani Tevrat kısaca diyor ki; “Eğer diğer milletler, benim seçtiğim kavim olan Yahudiler’e savaşmadan teslim olurlarsa, onları köle edin kendinize. Yok eğer savaşırlarsa, kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar, hatta kundaktaki bebek ve bazen o şehrin içindeki hayvanları bile katletmekten imtina etmeyin.
İsrail, inandığı dinin emirlerini yerine getiriyor. İnancına göre yaşıyor…
Kan, kin, nefret ve katliam üzerine bina edilen bir inanç!
… Ve Kur’an diyor ki:
“Ve bizi, kafirler topluluğundan rahmetinle kurtar!”
Yunus,10/86
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.”
Al-i İmran, 3/85
“Kafirlerin iyi işleri engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır; ama yanına varınca, umduğunu bulamaz.”
Nur, 24/39
“Kafir olarak ölenlerin işleri, dünyada da, ahirette de boşa gider.”
Maide, 5/5
Buna göre imanı olmayan bir insanın dünyayı abad etmesi bile kendisine bir kurtuluş sağlamamakla birlikte, Cehennem’de tabakasının düşük olabileceği anlaşılmaktadır.
Çünkü o kişi yaptığı iyi işleri imanı olmaması nedeniyle Allah’ın rızasını kazanmak için yapmamıştır.
Mehmet Bozkurt, Eğitimci İlahiyatçı Araştırmacı Yazar