YEMEK TARİFİ VE SANAT
Uzun uzun düşündüm, bugün bu köşeye ne yazsam diye. Hâlâ düşünüyorum: Yemek tarifi mi versem? Ev arkadaşım, ‘‘İllallah kardeşim patates yemekten, geliştir biraz kendini.’’ dedi. Beyimiz bize her sabah portakallı Pekin ördeği kızartırmışçasına serzenişte bulunuyor lakin bir nebze haklı. Burada yemek tarifi verecek olsam, o da yine patatesli omlet olurdu: Tavaya yağ koy, içine patates. Baharatı tuzu derken pişti miydi bas içine birkaç yumurta, hop oldu mu sana patatesli omlet? Oldu. Sucuklu yumurta yapmasını da iyi bilirim. Onun da tarifini vermeyeyim şimdi burada.
Başka ne yazabilirim diye düşünüyorum: Düşüne düşüne bitireceğim bu yazıyı zaten, yarısına geldim bile. Bu köşenin istihkakı bir defter sayfası, ikinciye prensip olarak geçmiyorum.
Aklımdan şu geçiyor: Yaratıcılığı tetikleyen unsurlardan biri de sinir, kızgınlık, öfke. Öfke diyelim. Sanat sadece sevi ile ortaya konulan bir şey değil. Onda insanın a’dan z’ye her yönü var. Eser elbette sanatçı demek değil. Lakin sanatçıdan bir parça; sanatçının bir uzantısıdır. Öfkeyle kalkan zararla mı oturur? İşin içine sanatçı giriyorsa kalıbı kırmalı, tekrar şekillendirmelidir. Öfkeyle kalkan kâra da geçebilir. Yeter ki öfkeyi doğru kullansın. Nasıl ki bir askerde dengeli öfke cesarete nüfus eder, cesareti büyütür; sanatçıda da öfke esere yöneltilen bir namlu olmalıdır. Öfkelendin mi? Ne güzel! Hedef orada. Nişan al; gez, göz, arpacık: Ateş!