BİR DOST BİR POST YETER BANA
“Bir dost bir post yeter bana” diyorlar.
Ne kadar da alçakgönüllü, ne kadar da kanaatkâr değil mi?
Ama bakmayın siz onların bu laf cambazlığına.
Zira ağızdan çıkanla gönülden kopan, çoğu zaman aynı sofraya oturmaz bu devirde.
Bu cümleyi kurarken üzerlerinde markalı ceket, ceplerinde son model telefon, elleri sürekli bir başkasının hakkına uzanmış…
Bir dost, bir post diyenin evinde üç koltuk takımı;
Her misafir için ayrı bardak seti var.
Yalnızlıktan dert yanar ama kalabalığın ortasında hep en önde görünmek ister.
Yoksulluğu över ama servetini gizli kasalarda büyütür.
Yeri gelir tasavvuf şairi kesilir,
“Ben malda mülkte göz etmem” der,
Ama önünden geçen altın bir zincire iki gözü birden takılır.
Bir çobanın abasına özenir ama villasının gölgesinde dahi üşür.
Zikir meclisinde tevazu anlatır,
Fakat biri omzuna dokunsa, sülalesine kadar laf sayar.
Ah be dostum,
Senin o “Bir post” dediğin aslında imparatorluk tahtıdır gözünde.
“Bir dost” dediğin ise, sadece menfaatini beslediği sürece dosttur sana.
Zira sen, dostluğu da postu da saltanat aracı yaptın.
Yetinmeyi bilmeyen kalbinle, kanaatkâr bir dil taşıyorsun ağzında.
Bu ne büyük riyakârlık, bu ne derin sahtekârlık!
Bize “azla yetinmeyi” öğretenler,
Yedi tabak yemeği çorba niyetine içiyor şimdi.
Sadeliği yüceltenler, gösterişin gözdesi olmuşlar.
Bir lokma bir hırka diyenlerin dolaplarında yer kalmamış.
Kendine ev yaparken göklere dikmiş,
Ama başkasına nasihatte, kulübe bile çok görmüş!
Evet…
Bir dost, bir post yeter elbette…
Ama o dost çıkarlarına,
O post da ego tahtına dönüşmüşse,
Senin sözün de seninle birlikte yalan olur.
Zira bir gönülle yetinmeyen,
Kırk gönlü bile doyuramaz.
Ve özde aç olanın, sözde tok görünmesinden daha gülünç ne olabilir?