Siyasetten Allah’a Sığınmak mı, Yoksa Siyaseti Allah İçin Yapmak mı?
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin veciz bir sözü vardır:
“Euzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti.”
Yani: “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.”
Bu söz, yüzeysel bakıldığında siyasetin tamamen reddedildiği sanılabilir. Oysa mesele öyle değildir. Bediüzzaman burada, siyasetin kirlenmiş, menfaat kokan, ahlâktan uzak hâlinden Allah’a sığınmayı dile getirir. Çünkü o biliyordu ki; siyaset, nefislerin eline geçtiğinde bir fitne aracı, ama vicdanların eline geçtiğinde bir adalet terazisi olabilir.
Siyaset, bir milletin yönünü belirleyen pusuladır. Doğru ellerde, ülkenin kalkınmasının, adaletin yerleşmesinin, halkın refahının anahtarı olur. Fakat çıkar, kin, hırs, makam sevdası gibi duygularla karıştığında, milletin birliğini parçalayan bir fitne haline gelir. İşte Bediüzzaman bu tehlikeyi görmüş, “şeytanî siyaset”ten Allah’a sığınmıştır.
Oysa bir de “rahmanî siyaset” vardır.
Bu, hakkı önceleyen, adaleti merkeze alan, halkı ayrıştırmayan; aksine birleştiren siyasettir.
Bu tür siyaset, Allah için yapılan bir hizmettir.
Yani kişi, makam veya menfaat için değil;
“Bu millet daha huzurlu, bu ülke daha adil olsun.” diyerek siyaset yapıyorsa, o zaman yaptığı iş ibadet kıymetindedir.
Siyaset, tıpkı ateş gibidir.
Eğer ellerinde adaletin suyu olanlar onu kullanırsa, ışık olur;
ama ellerinde nefret ve hırs taşıyanlar tutarsa, yakıcı bir ateşe dönüşür.
Bediüzzaman’ın sözünü çağımıza uyarlayacak olursak:
> “Ben, insanları birbirine düşman eden siyasetten,
halkı menfaat için kandıran dilden,
hakikati eğip büken politik akıllardan Allah’a sığınırım.”
Bugün bize düşen, siyasetten uzak durmak değil;
siyaseti yeniden ahlakla, vicdanla, adaletle buluşturmaktır.
Çünkü bir toplumun yükselişi sadece fabrikalarda, yollarla veya binalarla değil;
kalplerin doğruluğu, yönetenlerin adaleti ve yönetilenlerin birliğiyle mümkündür.



