ADINI NE KOYARSAN…
Farzedelim bir an. En tepede bir “baş”, “hoca” veya “yönetim kurulu başkanı” adı verilen biri bulunuyor. Bu reis de – veya kerameti kendinden menkul ağa- değişik mekânlara başka başka isimlerle “halifeler” – ya da vekiller- tâyin ediyor!
Mezkur halifeler de bir nevi “naibler”; tarikat diliyle çavuşlar ayarlıyor! Baş ya da reisin etrafında “şura” namı verilen ama “şef” -ya da hocadan- farklı karar alamayan “kukla”misâl insanlarla çevrili…
Böyle bir yapıya cemaat demek; üstüne üstlük HAKİKAT MESLEĞİ yapılanması diye adlandırmak mümkün mü? Bu , bal gibi bir tarikat yapılanmasıdır.
*
“Bu zaman tarikat zamanı değil, cemaat zamanıdır.”
Üstad’ın bu ifadesini, sadece bir mesleğe revaç vermek için söylenen söz olarak anlamamakta mazurum.
Üstad Bediüzaman’ın bir diğer ifadesi burayı ayan beyan açıyor çünkü.
“Ben de derim: Hey efendiler! Ben şeyh değilim, hocayım. Buna delil: Dört senedir buradayım; bir tek adama tarikat verseydim, şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: İman lazım, İslamiyet lazım, tarikat zamanı değil.”
Üstad Bediüzzaman veya Garibüzzaman’ın bütün mahkemelerinde suçlandığı “siyasi cemiyet” ve “tarikatçılık”tan her zaman teberi edip, mesleğinin “ Haliliye” ve “ Meslek-i Hakikat” olduğu beyanı ortada iken, bİr tarikat yapılanması içine girerek hizmet ettiğini savunmak ve bunu da “ Biz bu yapılanmayı – organizasyon planını- şimdi siyasete kayıp vatan hainleriyle fikren paralel düşen filancalardan öğrendik!” diye “fincancı katırlarını ürkütecek” gülünç bir laf etmekle Nur Üstad’a ve İman-Kur’an Mesleğine bühtan edip “cinayet-i azime” işlemekle eşit ve bir görüyorum.
“Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.”
*
Gelelim Üstad Hazretleri’nin “ Zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır.” Ve “ Zaman tarikat zamanı değil, cemaat zamanıdır.” İfadelerine…
İki beyanı yan yana zikretmemin sebebi hads süratindeki bir dikkatimi sizlere sunma niyetimdir. “Hakikat” ve “ Cemaat” kelimelerinin birbirine bakıp birbirini mânen iktiza etmeleri şeklinde anlamamdır.
“Sizinle haklı bir istişareye muhtacım.” diye bir mahaldeki talebelerine hitap etmesi de aynı noktaya işaret eder. Eski eserlerinde de hep istişare kelimesini “haklı” sıfatıyla tavsif eder.
Her iki beyanı – ve başkalarını da- nüanslı olarak izah mümkün elbette; her şeye rağmen yine hatırlıyoruz: “ Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.”
*
Demek ki “hakikat”a muhalif şekilde gruplaşan insanlardan müteşekkil bir “güruh”a cemaat adı verilemez.
“Çok silik söz piyasada geziyor. Sizler mihenge vurmadan almayınız. Bir sözü ben söylediğim için hemen kabul etmeyiniz. Belki ben de bilmeden aldatıyorum…”
Şeklindeki Münazarat’taki hikmetle irtibatlı olarak, “miheng” denilen husus “Şer’i ölçüler; Kur’an ve Sünnet’ten tahriç edilmiş ehl-ü sünnet ve’l-cemaat” itikadının esaslarıdır. Dikkat buyurun; ferdiyet değil “ ve”l-cemaat!” Yani İslam alimlerinin ekseriyetinin tebliğ ettikleri “hakaik.”
Bir diğer hak tevil de şudur elbet: Tarikat müntesiplerinin irşadı, “mürşid”e bağlılıklarıyla kaimdir, toplu şekilde hareketle bir “şahs-ı manevi” teşkili hemen hemen yok gibidir onlarda. Ferdiyyete intisap esastır. Ama “cemaattan ayrı düşme” ile alakalı Resulullah (asm) ın yaptığı ikazat gereği, “manevi çalışma” ve hizmetin iktizasınca “ ferdi” kalmamak, “MESAİLERİN TANZİMİ” mânasında “tesanüd”le hareket etmemek de insanı büyük handikaplara atar.
Malum; Üstad hazretleri teknik istişare olan “meşveret”i bir mahalli cemaattan istemiş, sadece o mahalde ve istişarede bulunanlara: “ İşte şimdi ebedi bir Üstad buldunuz. Dünya işlerini – yani tekniğini- benden iyi bilirsiniz.” Diyerek kendisinden sonra kalacak hizmet ehline yol göstermiştir.
Bir mekânda “ Üstad’ın tarzı şöyledir de, böyledir de…” diyen birine söylediğim şey şuydu: “ Üstad’ımızın tarihçesi elimizdedir ve onun tashihinden geçmiştir. Kraldan fazla kralcılık olamayacağı gibi , Üstad’dan fazla Üstadcılık da yapamayız. Üstad emir komuta zinciri şeklinde bir yapı kurmadığı gibi, hizmetini bir gazete ya da yayın grubuyla paralel halde de tutmamıştır. Suret-i haktan görünerek ‘ şu, şu, şu’ hizmet grubuyla uğraşmayalım diyorsunuz. Eğer onlar İslam, Kur’an ve Üstad adına vatan hainlerini haklı bulacak neşriyat yapmayıp da Nur davası sadece bizim yaptığımızdan ibarettir, eğer Resulullah (asm) da bu gün gelseydi bizim gibi davranırdı yavesi gibi haddini bilmez ve biedep tavırlara ses çıkarmamak, bunları tasdik manasına gelecektir ki bu zalemeye şerik olma vebalini yükleyektir bize.” Çünkü bilinir: “ Sükut ikrardan gelir.”
Sonradan aklıma geldi Hadis: “Mütekebbire ( gururluya) tekebbür (kibirlenmek) sadakadır.”
Dikkatlerden kaçmadığı belli. “ Kafire ya da zındığa” denilmiyor burada. “Gururluya.”
Bazı hadis müfessirleri “ bu kibir şahsi kibir değil, hakka karşı kibreden demektir.” demişler.
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin beyanı ise daha umumidir: “ Müslümanın ehl-i bid’ayı İSTİHFAF etmesi CİHADdır.”
MEHMET NURİ BİNGÖL