Kainat, kendine verilen emirler sistemiyle uyum halinde işlerken, işleyiş ona aynı zamanda anlamını da kazandırmıştır.
“O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı ?”
Burada anlam kendine verilen vazifenin mükemmel işleyişiyle önem kazanırken, kainatın en asli varlığı insanın yaratılış anlam ve önemini de hatırlatmıştır. Ve hiç kuşkusuz ki insan, hayata yüklediği anlam ölçüsünde kıymet ve değer taşır. Çünkü yaşamın birçok forumuna ihtiyaç duyan insan en çok ihtiyaç duyduğu olgunun “anlam” olduğunu unutmuş görünüyor.
Viktor Frankl’in “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında “bugünün toplumu her türlü ihtiyacı karşılar ama anlam ihtiyacı hariç” der.
Ne yazık ki bireyselleşen toplumlar; düşünme, sorgulama, karar verme yetilerini kaybederken aslında yaşamın en kıymetli ögesini “anlamlandırma” kaybetmiş, bunun paralelinde güvenliksiz yaşam alanlarına mahkum olmuştur. Ve modernizmin kendine lütuf diye sunduğu şeyleri, kafasında, yaşamında, yarınında bir yere oturtamayacak, vardıramayacak, anlamlandıramayacak haldedir. Başı boştur.
Bireysel düşünme özgürlüğünün de koşulunu barındıran modernizm, aslında bireyin yaşamına dair tüm kararları alırken kendiyle paradoksal bir endam arz etmektedir. Ve kişi kendi hayatında kendine has bir anlamlandırmadan hayli uzaktır.
Her olgu kendi içerisinde bir örüntü oluştururken anlamı oluşturansa; sorgu, düşünme ve bilgidir.
Hüznü, kargaşayı, kaosu, olayı, insanı, tabiatı, bilgiyi, bilinmezliği, gelecek kaygısını, yaşam mücadelesini, var oluşu, ölümü, ölüm sonrasını, önümüze konulan her şeyi sorgulamak, anlam biçmek durumundayız. Çünkü anlam, hayatı kaliteli kılan, önemli kılan, en güzel yere vardıran şeydir. İrdelemeyi, araştırmayı, mana vermeyi, akletmeyi, okumaları zorunlu kılar. Aksi durumda, anlamadan yoksun, dayatılmış, öngörülmüş yaşamların içinde bulursunuz kendinizi.
Sizin yerinize düşünen, seçen, tercih eden kalıpsal yaşamların içerisinde. Bu gafilane duruş, öyle bir hal alır ki bu parametreleri anlam zannedersiniz.
Jean Badrillard, bu duruma “anlam zedelenmesi” der. Yaşamınızın anlamı veya ona yön veren anlam anlayışınız zarar görmüş, bozulmuştur. Özgür görünen, fakat bireysel düşünme, fark etme, seçebilme fonksiyonları, eğitilmiş toplumlara dönüşmüştür.
Oysa Allah “İnsan kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır ?” Kıyamet-36
Allah insanı başı boş bırakmamış, dünya ve ahiret sorumluluğu yüklemiştir. Kendimize, insanlara, yaşama ve kainata dair düşünme melikeleriyle vazifelendirilmiş insana anlam ve paralelinde önem yüklemiştir.
Anlamı yakalayabilmişseniz; yaşam, istikamet ve istikbal size aittir.
“İşte böylece Allah, bize ayetlerini açıklıyor, umulur ki düşünürsünüz.” ( Bakara/219)
Ayet, Allah kelamı kodlarıyla muhakeme edilen, üzerinde düşünülen, doğruya götüren her şeydir. Kur’an olaylara, insana, tabiata dair her şeyde rolümüzü ve sorumluluğumuzu belirtmiş, var oluşumuzun anlam ve önemini sunmuş, mümeyyiz bir akıl ile okumalar yapmamızı istemiştir.
İnsan anlam arayabilen bir varlıktır. Söz konusu Müslümansa; yaşam, ölüm ve ölümden sonraki hayatı anlamlandırma noktasında şanslıdır.
İlahi kaynaktan beslenirken, önüne anlam dayatması olanları ayırt edebilme, zenginlik ve ayrıcalığına sahiptir.
Bu zenginlik ve ayrıcalıktan nasiplenebilmek umuduyla…