GÜNEŞİN BATIŞI AY VE YILDIZLARI GÖRÜNÜR YAPAR
BAĞDAT
Abülkadir Geylani ;Şeyh San’an’ın içine düştüğü bu kötü duruma bir çözüm bulmak için Bağdat’ta bulunan tüm seçkin alimleri dergahına davet edip, tek tek onların görüşlerine baş vurdu.
Çıkan sonuca göre, Bağdattaki kalan üç yüz altmış müridi Erzurum’a gönderilecek, hepsi şehrin yakınlarında bir yerde koşullanıp, içlerinde yanlız birkaçı şehre gidip, Domuz Çiftliği’nin yakınlarında zikir yapacaklar. Zikir seslerini duyan Şeyh San’an, içine girdiği bu gaflet uykusundan uyanıp, müritlere katılarak, sonunda kaybettiği Hak yolu bulacaktır…
Şayet Şeyh San’an için tehlikeli bir durum vuku bulursa, içlerinde biri gidip, diğer müritleri haberdar edecektir, O vakit herkes konşulandıkları yerden hareket edip, şehre girecek, canları pahasına şeyhlerini geri getirmek için mücadele edeceklerdir…
Toplantı geç saatlere kadar sürdü…
Herkes kalkıp tam evlerine gitmek için hazırlandığı sırada, dış kapıdan gelen tok bir sesle irkillip, dışarıdan koşuşmalara benzer gürültüler duyup kulak kabartılar…
Geylani, Abdullah’a gidip dışarıya bakmasını istediğinde Abdullah çoktan fırlamıştı bile…
Az sonra ucunda kağıt takılı olan bir oku getirip, Şeyh Abülkadir Geylani’ye uzattı . ” Bu ok, kapıya saplanmıştı Şeyhim” dedi. “muhakkak Haşhaşilerin işidir . Belli ki bize bir mesaj göndermek istemişler! ”
Abdülkadir Geylani, ok’un ucundaki kağıdı alıp okuduktan sonra, oradakilere ” Şeyh San’an’ın dinini değiştirip, Hristiyan olduğu, bir papazın çiftliğinde domuzlara çobanlık yaptığı yazılı”dedi. “Belli ki bu haberi kendilerine propaganda malzemesi yapacaklar.” Sonra yumruğunu sıkıp, sözlerine şöyle devam etti. ” İstedikleri kadar uğraşsınlar, bu din-i mübine asla zarar veremiyecekler. Herkesin bu günlerde çok dikkatli olması gerekiyor. Şüpheli bir durum veya tanımadığınız veya şüpheli bulduğunuz kimseler olursa derhal gelip bana bildirin” deyip herkesi teyakkuz halinde olmaya davet etti…
ERZURUM
Şeyh San’an, çiftlikteki işini bitirip, daha önceden verilen emri yerine getirmek için Kiliseye doğru yola koyuldu…
Papaz ona, çiftlikteki işini bitirince gidip kiliseyi temizlemesini istemişti.
Yürürken geçtiği Müslüman mahallerinden birinde, onu gören bir kaç kişi, kendi aralarında , “bakın hele..! Bu o değil mi, hani müslümanken Hristiyan olan şu Bağdatlı, şeyh miş, neymiş… Bir başkası”Sade o kadar da olsa iyi, Papazın domuzlarına çobanlık yaptığı bile söyleniyor… Bir diğeri: ” Dediklerine göre Bağdatta çok namlı biriymiş. Bir çok ta müridi varmış… Allah kimseyi şaşırtmasın böyle rezil rüsva olur işte…
Onları dinleyen bir başka adamda, sokakta oynayan çocuklara seslenip:” Bu paraları alın”Şeyh San’an’ı işaret ederek “gördüğünüz bu adamı taşlayın” dedi…
Atılan taşlardan yüzü gözü kan revan içinde kalan Şeyh San’an, kurtulmak için çareyi oradan kaçmakta buldu.O kaçarken, çocuklar da peşinden koşuyorlardı…
Bir iki sokak geçtikten sonra, en nihayet çocukların takibinden kurtulduğuna iyice Kanaat getirip, kilisenin yolunu tuttu…
Kiliseden çıkınca duyduğu hasret acısı aklını başından almıştı San’an’ın. İçinde bulunduğu o halet-i ruhiye onu doğruca kızın konağına getirdi…
Geldiğini pencereden gören kız, yukarıdan seslenip, çiftlikte, işlerin başında olması gerektiğini hatırlatıp, bir güzel çıkıştı…
Şeyh San’an “duyduğu bu sözler karşısında kıza şöyle seslendi:
“Seyr-i cemaline talip olduğum
Ruhsat varmı varsam barigahına
Ateş-i hicrinle yanıp solduğum
Kıl insaf garibin bunca ahına
Muhibban bezmine etsem icabet
Kabul buyur şahım sende necabet
Olur ya payıma düşse hicabet
Yerinmem, hizmetse ulu cahına
İlmine payan yok sohbettin baldır
Bundan faydalandır, bir paye aldır
Kerem et gönlümden zulmeti kaldır
Kavuştur fakiri şavk-ı mah’ına”
Bu sözlerle teskin olan Humar Hatun, ona yukarı gelmesini, birlikte öğlen yemeğini yemeyi teklif etti. Nedense, ona karşı içinden bir acıma hissi duymuştu.
Bu daveti bir lütuf olarak telakki eden Şeyh San’an, merdivenleri alel acele çıkıp, kızın odasına girdi.
Masada, tabaklara konulmuş birbirinden nefis yemeklerle birlikte, birde domuz etti bulunuyordu. Humar Hatun güleryüzle, “buyurun ” dedi. Sofraya iki bardak şarap’ta koymayı ihmal etmedi. Domuz etini gösterip, “çok nefistir, yemek istemez misin? ” Diye sordu. San’an, hatırı kırılmasın diye önüne sürülen tabaktan bir parça domuz etini koparıp, ağzına almak üzere iken, birden nereden geldiğini bilemediği gayıptan bir ses”sakın yeme.! ” dedi. San’an üç defa tekrarlayıp, eti her ağzına götürdüğünde yine aynı ses, ona “sakın !” diye sesleniyordu.
Onun domuz etini yemek için tereddüt ettiğini gören Humar Hatun, neden yemediğini sorunca, San’an “Bugünlerde pek iştahım yok. Hele et hiç yiyemiyorum. ” diyerek nazikçe kızın teklifini reddetti.
Sofrada kızın doldurduğu şarap’tan kadeh kadeh içen Şeyh San’an, nihayet sarhoş olup kendinden geçiverdi…
Epey zaman sonra gözlerini açtığında,kendini yine çiftlikte,domuzların arasında gördü. Yüzü gözü toz toprak içinde, çok müşkül bir durumdaydı. O an içinin derinliklerinde kopup gelen, aşinası da olduğu bir kaç söz hatırına gelip, o sözleri tekrar etmeye çalıştı. Ancak aklında kalan bir iki cümleyi zar zor söyleyebildi. Şöyle ki:
” Lekad halaknel’insane fiy ahseni takviymin
5- Sümme redednahü esfele safiliyne” Yani, Biz insanı en güzel biçimde yarattık.
5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına ”
Ne kadar kendini zorladıysada sözlerin devamını getiremedi…
Şeyh Abülkadir Geylani’nin talimatıyla Erzurum’a gitmek için yola çıkan müritler, günler sonra Erzurum’a ulaşabildiler.
Büyük bir kısmı ağaçlık bir yerde koşullanıp, içlerinden on on beş kişilik bir mürit grubunu şehre gönderdiler.
Gidenler, diğer kalan müritlerle birleşip San’an’ın kurtulması için elbirliği yapacaklar.
Şehre girip , arkadaşlarını bulmak için bütün hanları gezip, sonunda onları handa öğlen yemeği yerken gördüler.
Birbirlerine sarılıp hasret giderdikten sonra, bir köşeye çekilip yapacakları konusunda birbirleriyle fikir alışverişinde bulundular.