İnsanlık ve İyi-Kötü Arasındaki İnce Çizgi: Aklın Rolü
Sabah trafikte size yol vermeyen sürücüye öfkeyle korna çalarken, aynı gün bir sokak kedisini veterinere götürecek kadar merhametli olabilir misiniz?
İşte tam da bu nokta, insan doğasının en gizemli yanını ortaya koyuyor: İyilik ve kötülük arasındaki o ince çizgide gidip gelen varlığımızı…
Günlük hayatımız, bu ikilemin sayısız örneğiyle dolu. Market kuyruğunda sabırsızlanıp öne geçmek isterken vicdanımızın sesini duyarız. Sosyal medyada başkalarının hatalarını teşhir etmenin cazibesine kapılır, sonra “Ya ben olsaydım?” diye düşünürüz. Bir arkadaşımızın başarısını kutlarken içimizdeki kıskançlıkla boğuşuruz.
Peki, bu karmaşık duygu dünyasında aklımızın rolü nedir?
Antik Yunan filozofu Sokrates, “Kötülük bilgisizlikten gelir” derken, belki de aklın bu ikilemde oynadığı kritik role işaret ediyordu. Ancak günümüz dünyasında, yüksek eğitimli insanların da etik dışı davranışlar sergileyebildiğini görüyoruz. Öyleyse salt bilgi, iyi olmak için yeterli değil.
Platon’un “İyi” kavramı, varoluşsal bir referans noktası sunar. İyinin doğası üzerine düşünmek, insanları daha yüksek bir bilinç düzeyine taşır. Ancak, günümüz dünyasında “iyi” ve “kötü” kavramlarının sıklıkla bağlamdan bağımsız değerlendirildiği görülmektedir. Örneğin, bir kişi, bir hırsızlık eylemini sadece maddi çıkarlar için yapıyorsa, toplum ona “kötü” damgasını vurur. Ancak, eğer bu kişi, aç kalan ailesini beslemek için bu eylemi gerçekleştiriyorsa, durum daha karmaşık hale gelir. Burada aklın rolü, eylemin arkasındaki niyetleri ve sonuçları değerlendirmekte belirginleşir.
Yine de, akıl her zaman doğru bir kılavuz mudur?
İyi ve kötü arasındaki çizgi, çoğu zaman bireylerin kendi deneyimlerine, inançlarına ve değer yargılarına göre değişir. Bir kişinin iyi olarak gördüğü bir davranış, başka biri için kabul edilemez olabilir. Bu durum, bireylerin kendi içsel ahlaki pusulalarını oluşturmasına neden olur. Fakat bu pusulaların ne kadar güvenilir olduğu sorgulanmalıdır. Akıl, bireyleri doğruya yönlendirebilirken, aynı zamanda yanıltıcı da olabilir.
Belki de asıl mesele, aklımızı nasıl kullandığımızda yatıyor. Anlık tepkilerimizi yöneten duygusal beynimiz ile uzun vadeli sonuçları değerlendirebilen rasyonel beynimiz arasındaki dengede.
Örneğin, bir tartışma anında karşımızdakini incitecek sözler söyleme dürtüsünü kontrol edebilmek, tam da bu dengenin ürünü değil midir?
Modern psikoloji, insanın hem bencil hem özgeci dürtülere sahip olduğunu gösteriyor. Akıl, bu dürtüler arasında bir köprü kurarak, bizi daha bilinçli seçimler yapmaya yönlendirebilir. Ancak bunun için önce kendimizi tanımamız, içimizdeki karanlık ve aydınlık yanları kabul etmemiz gerekiyor.
Peki ya siz?
Bugün kaç kez iyilik ve kötülük arasında seçim yaptınız?
Kaç kez vicdanınızın sesini duydunuz da görmezden geldiniz?
Ya da kaç kez, anlık öfkenizi yenerek, empati yapmayı başardınız?
İyi ve kötü arasındaki çizgi, sandığımızdan çok daha ince…
Ve belki de gerçek bilgelik, bu çizginin farkında olarak yaşamakta yatıyor. Aklımız, bu farkındalığı artıran, bizi daha bilinçli seçimler yapmaya yönlendiren bir pusula olabilir. Yeter ki onu doğru kullanmayı öğrenelim.
Unutmayalım ki her birimiz, her gün, her an bu ince çizgide yürüyoruz. Ve belki de insanlığımızı tanımlayan şey, düşe kalka da olsa, bu yolculukta ilerlemekte gösterdiğimiz kararlılıktır.
Sizce de öyle değil mi?