Şehrin Öbür Tarafından Koşarak Gelen Adam
“Şehrin öbür tarafından koşarak bir adam geldi ve dedi ki: “Ey Musa! Kavminin ileri gelenleri, seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş! Doğrusu ben sana öğüt veriyorum.”” (28/Kasas; 20)
Kimdir bu koşup gelen?
Yardım eden, gönül veren, kalbini seren…
Bilinmez… Nereli, ne zaman, kimin nesi?
Sadece birkaç söz söyler, içinde ilahi özellik taşıyan…
Etmeyin, eylemeyin!
Sadece doğru yola çağıran, insanlık yapan, özgürlüğü haykıran bu adama niçin kıyarsınız?
Niçin iyiliğe düşman kesilirsiniz?
Şehrin öbür tarafından koşup gelen adam, her çağın adamı…
Ona zaman ve mekân sorulmaz…
Nerelisin, nerden geldin, niçin yaptın, hesabı yapılmaz…
Başın sıkıştığında tasa ve keder kuşattığında aniden beliriverip ortaya çıkar…
Yoldaşın, korunağın, yolun, yolcun, dert ortağın, özgürlüğün olur…
Kim bu adam?
Karanlığın kalbinde, karar sessizliğini dertli ve cesur âşık bakışları ile bozan…
Feryadını gecenin sağır kulakları duymadan, geceye bürünmüş yollarda güneş doğuncaya, şafağın kan ağacı çiçekleninceye ve gecenin lacivert gövdesine sabahın mızrakları saplanıncaya kadar hak, adalet, özgürlük uğruna koşup duran…
Gözleri mavi vahiy renginde yüreği yorgun Hira denginde, sözleri mesajlar ahenginde bilinmez ayetlerin suskun elçisi…
Her biri ateş mermisi gibi içindeki asiliği ipe çekmiş kırılgan ve suskun celladın sabrını kuşanmış…
İki değirmen taşı arasında bir buğday tanesi gibi öğütülürken yüreği harman kokan…
Hayatın “niçin”inin sorgusuyla bütün “nasıl”larla iyi geçinen, kendisiyle barışık…
Sinirleri demirden, yüreği çelikten, iradesi betondan, imanı ateşten…
Gözünü beyaz ufkun gözüne dikmiş, baharın sağanak yağmuru altında duran bir kimse gibi kendini bütün hiçliğiyle, her zamankinden daha çok Allah’ın lütuf ve okşayışına bırakan…
Yetim, öksüz, kimsesiz ve gariplere köprü…
Çağın gediklerine, bilgi, bilinç ve bilim düşüncesiyle tıkaç…
Geleceğin öngörüsünü, insanlık adına sağlam emin adımlara dönüştüren…
Halkın bilinçlenmesi ve gerçeğin diriltilmesi yolunda heyecanla uyandırma mücadelesini sabır, kahramanlık, korkusuzluk, fedakârlık, iman ve ihlâsı, kararlıca ortaya koyan…
Ateşli sözlerden oluşan kurşunları, düşmanın kara ordusuna yağdırmak, uyuyanları uyandırmak, cehalet gecesinin kara çadırını yırtıp yakmak için atan…
Düşünce alevi ile geceyi ateşe verip, kışı ısıtan, tek kelimeyle “mesajı” halkın kulağına ileten…
Kendi zaman ve zeminine peygamberce kelimeler üretip sözler söyleyen…
Hiçbir zaman “çokluk” görüntüsünde ve “olasılık” sınırında takılıp mahpus kalmayıp “vahdet” ve “mutlak”a erişme heyecanı ve coşkusunu taşıyan…
Batı’nın aklı gözünde olan bilinciyle körleşmeyen ve kendini araştırırken Allah’a ulaşan…
Bütün tabiat varlıklarını varlığın kutsal ayetleri, varlığın mutlağı ve mutlak varlık olarak gören…
Âlemin gecesinde Allah’ın kandilini asılı gören bir bakışa sahip…
Hayata nefes, nefese hayat olup yaşam felsefesinin kurulu binasına tuğla olan…
Varlığa anlam, anlama varlık katıp ilahi senaryoyu yazandır, şehrin öbür tarafından koşup gelen adam…
Var mısın?
Bu koşunun yarışçısı olmaya…
İnsanlık, hayır, merhamet, şefkat ve adalet yarışında yer almaya…
Kendinden geçerek bedenini lime lime yapıp insanlığa yedirmeye ve onlara ruh, bilgi, bilinç kazandırmaya…
Var mısın?
Şehrin öbür tarafından koşup, gören göz, tutan el, yürüyen ayak, değer, huzur ve mutluluk ülkesinin insanı olmaya…