ŞERRİN İÇİNDEKİ HAYIR
İnsan hayatı, bazen sıkıntılarla, bazen de sevinçlerle örülü bir yolculuktur. Başımıza gelen her olay, bize ya bir nimet sunar ya da bir ders öğretir. Ancak çoğu zaman, sıkıntılar içinde kaybolup bu ilahi mesajları göremeyiz. Oysa Allah’ın gazabı da rahmeti de neticede kulun hayrına tecelli eder. Allah, kötülüğü bizatihi kötü olduğu için değil, içindeki küllî hayır için yaratmıştır. Çünkü Allah, Rahman’dır.
Tıpkı hastalıkların insanı kuvvetlendirdiği gibi, zorluklar da insanı olgunlaştırır. Yaşadığımız her acı, bizim için bir fırsattır. Hayatın içinde saklı olan bu büyük hakikati kavrayabilmek, imanı derinleştiren bir basamaktır.
Gelin, bunu bir hikâyeyle daha iyi anlayalım.
—
Gölgelerin Ardındaki Işık
Soğuk bir kış akşamıydı. Rüzgâr sokak aralarında uğuldayarak esiyor, ince kar taneleri taş kaldırımların üzerine birer birer düşüyordu. İçinde hafif bir huzursuzluk taşıyan genç adam, yaşlı âlimin kapısını çaldı. İçeriden tok bir ses duyuldu:
— Gel!
Genç adam ağır ahşap kapıyı araladı ve içeriye girdi. Küçük odada bir ocak yanıyor, odunların çıtırtısı geceye eşlik ediyordu. Yaşlı adam, elindeki kitabı kapattı ve başını kaldırarak genci süzdü.
— Ne oldu evlat? Yüzün gölgeli.
Genç, içini çekerek konuştu:
— Hocam, anlayamıyorum… Allah’ın gazabı neden var? Eğer rahmeti her şeyi kuşatıyorsa, neden bazen şerre maruz kalıyoruz? Kimi insanlar büyük belalara uğruyor, bazıları da haksızlıklarla eziliyor. Bu adalet midir?
Yaşlı âlim, yerinden kalktı ve ocaktaki ateşi karıştırdı. Sonra eline bir meşale aldı ve odanın loş köşesine doğru tuttu. Orası tamamen karanlıktı, ancak meşale yanınca gölgeler de şekil kazandı.
— Şimdi söyle bana evlat, dedi. Işık mı daha önce vardı, yoksa gölge mi?
Genç adam bir an duraksadı.
— Işık…
— Peki, gölge nasıl ortaya çıkıyor?
— Işık bir şeye vurunca, onun ardında gölge oluşuyor.
Yaşlı adam gülümsedi:
— İşte, şer de böyledir. Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Ancak insan bazen ışığın önüne perde koyar ve gölgeyi görmeye başlar. Oysa gölge, ışığın yokluğu değil, onun farklı bir tezahürüdür.
Genç, düşünceli bir şekilde başını salladı.
— Yani diyorsunuz ki… Şer aslında Allah’ın rahmetinden ayrı bir şey değil, değil mi?
— Elbette. Allah’ın gazabı, aslında bir adalet tecellisidir. Bazen insanı hakikate yöneltmek için gelir.
Genç adam bir süre düşündü.
— Ama hocam, şer bazen insanın canını çok yakıyor. Nasıl olur da bu hayra vesile olabilir?
Yaşlı âlim, eline uzun ve ince bir demir parçası aldı, sonra genç adamın eline verdi.
— Şimdi bu demiri ocağın içindeki köze bırak.
Genç adam denileni yaptı. Demir kısa sürede kızardı.
— Peki, dedi yaşlı âlim, bu demire ne oldu?
— Isındı ve rengi değişti. Anlaşılıyor ki bir şekle girebilir.
— Öyleyse, demir için ateş bir kötülük müydü?
Genç adam anladı. Ateş, demiri daha güçlü hâle getirmişti. Bu hâlde iken onu daha işe yarar bir şekle getirebilirdi.
— Anlıyorum hocam… Bazen acılar bizi olgunlaştırıyor, değil mi?
— Aynen öyle, dedi yaşlı adam. Allah, kötülüğü doğrudan kötü olduğu için değil, içindeki hayır için yaratmıştır. Çünkü nihai maksat, insanın kemale ermesidir.
Genç adam derin bir nefes aldı. Artık karanlık ona o kadar korkutucu görünmüyordu. Çünkü gölgelerin ardında bir ışık vardı.
Ve artık biliyordu…
Her şer, arkasında büyük bir hayır saklıyordu.
—
Hayatta başımıza gelen her şey, bir imtihan vesilesidir. Kimi zaman bir sıkıntı, bizi en doğru yola yönlendiren işaret olur. Tıpkı tohumun toprağın altında karanlığa gömülmesi gibi, insan da bazen dertlerin içinde olgunlaşır.
Allah’ın gazabı sadece bir ceza değil, aynı zamanda bir terbiye metodudur. Onun rahmeti, bazen doğrudan bir nimet olarak gelir, bazen de zorlukların içindeki bir hikmet olarak tezahür eder. Bu yüzden, sıkıntıya değil, sıkıntının seni nereye götürdüğüne bakmalısın.
O hâlde; keder vereni bırak, huzur verene bak.
Levent Hüdayi Topaloğlu
[15:53, 22.04.2025] Yazarımız Bülent Ertekin: Hayat Bazen Acı Çekmektir
Hayat, çoğu zaman neşeyle hatırladığımız anlardan ibaretmiş gibi sunulur bize. Mutluluk, başarı, aşkla süslenmiş hikâyeler anlatılır durmadan. Oysa kimsenin yüksek sesle konuşmak istemediği bir başka gerçek vardır: Hayat bazen acı çekmektir.
Evet, bazen öyledir. Herkesin kahkahalar attığı bir sofrada sessizce gözyaşı dökersin. Kalabalıklar arasında yapayalnız kalırsın. Zihnin geçmişin hayaletleriyle savaşırken, kalbin hâlâ yarım kalmış bir vedanın acısını taşır. Ve bazen, sadece bir şeyleri bitiremediğin için ölmek istersin. Hayatını tamamlayamamış cümleler gibi hissedersin. Bir virgül gibi askıda kalmış, ne son nokta konmuş ne de devam edebilmiş…
Oysa ölmek istemek, çoğu zaman yaşamak istemenin çarpıtılmış bir biçimidir. İnsanın canı ölmeyi değil, bu yükü taşımamayı ister. Bitti diyemediği bir aşk, yüzleşemediği bir travma, söyleyemediği bir cümle yakar içini. Ve tüm bu yangınlar birikir, içsel bir küle dönüşür insan. Bazen yalnızca o küllerin içinden yeniden doğmayı beceremediği için gitmek ister.
Ama gitmek çözüm değildir. Çünkü insan kendi içinden hiçbir yere gidemez. Nereye gidersen git, acını da yanında taşırsın. Ama bir gün… evet bir gün, o acının içinden filizlenen bir güç seni hayata yeniden bağlayabilir. Belki bir sabah uyandığında güneşin yüzüne düşüşü sana yeniden umut verir. Belki hiç tanımadığın bir çocuğun gülümsemesi seni kendine getirir. Belki sadece biri, “Senin için buradayım” der.
Hayatın bize acı çektirdiği doğrudur. Ama o acılar, insanı olgunlaştıran, dönüştüren, derinleştiren şeylerdir. Unutma, en güçlü ağaçlar en sert rüzgârda yetişir. Ve en büyük ışıklar, en karanlık gecelerde doğar.
Eğer şu an içinde bulunduğun karanlık çok derinse, bil ki bu karanlık seni yok etmek için değil, seni yeniden inşa etmek için var. Kapat gözlerini ve kendine bir söz ver: Henüz hikâyem bitmedi. Noktayı koymadan bu satırlardan çekilmeyeceğim.
Çünkü hayat bazen acı çekmektir…
Ama o acıyı anlamlı kılmak, yalnızca insana has bir kudrettir.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIM