Tevekkül Çölünün Sabırlı Muhaciri Hacer
Tevekkül çölünün sabırlı muhaciri…
Kurbanlık İsmail’in anası…
Allah, beş bin yıl önce yeryüzünde seni aradı, seni buldu, İsmail’i sana gönderdi, canına yerleştirdi. İnsandan ümidini kesmeyerek…
Sen onu aldın, içinde büyüttün, doğurdun, eteğinde tuttun, can sütünü ruhuna döktün ve İsmail olarak yetiştirdin. Merhamet ederek…
Çocuğunu, bu yanık, yakıcı, susuz, harap, kimsesiz vadiye getirip vadinin eline teslim ettin. Tevekkül ederek…
Büyüttün onu, canını Sa’y, yüreğini kıble ederek…
Issız, sessiz, suskun bir çölde tek başına gizli hazineydin. Değerini bilenleri bekleyerek…
Unutma!
Hazine olmak viranede yalnız kalmaktır…
Elbette en dayanılmaz dert yalnızlık, bilinmezlik ve yabancılıktır…
Su arayışı içindeydin… Kelebekçesine mecnun… Safa ve Merve arasında…
Taştan su çıkarıncaya kadar durmadan koştun. Mücadele ederek…
Koşan adımların, insanlığın ibadet makamındaki Sa’y ritüeline dönüştü. İnsanlığı temsil ederek…
O acı çeken yalnız ruhun ağlamaklı iniltilerin bugün hala duyulur, Mekke vadisinin hatıralarla dolu sessizliğinde…
Siyah rengin, köle ahengin bizlere hatırlatır. Özgürlükten ve eşitlikten dem vurunca…
Bu yüzden dünya insanlığının ay simasısın!
Ey kıblesini, Kâbe’sini yapan ustalar!
Ey İbrahim ve İsmail!
Sen ateşten kurtulmuş, oğlun ise kurban olmaktan…
Ruhun özgürlüğü tevhidin sözcüğü namaz kılındı. Habeşli köle kadının oğlu, Kâbe’de “Hicr-i İsmail” adıyla namazgâh, sen İbrahim ise kıble olunca…
Namaz; ruhun, evrenin manevi merkezine, varlığın büyük mabut ve maşukuna doğru yaptığı gezinti, “küçük sonsuz” un, “büyük sonsuz” karşısında duruşu oldu. Hayata anlam verince…
Ey İbrahim!
Mina’da İsmail’ini kurban etmek istedin!
O, senin için sadece bir baba ve oğlun ifade ettiği bir şey değil, bir ömür ve beklentinin sonu…
Bir acının ve ıstırabın mükâfatı…
Korkunç ve sert geçen kışın ardından huzur dolu baharın meyvesi…
Acı bir umutsuzluktan sonra gelen tatlı bir umut…
Hayatın geniş ve yanık çölünde sevinçle, umudun fidanına gözlerini dikmiş bir bahçıvan gibi oğlunun yetişmesini izledin. Gururlanarak…
Ne zaman İsmail’in kurban emrini düşünsen, çaresizlik seni öyle bir baskı altına aldı, yüreğini paramparça etti, keder, hüzün ve acı, yüreğine hançer gibi saplandı ki, dağ gibi dertler altında kemiklerin adeta kırıldı. Rabbine sitem etmeyerek…
Sen verdin imtihanını, geçtin sınıfı ya bizler?
Ey insan!
Senin İsmail’in nedir?
Makamın mı? Onurun mu? Mevkiin mi? Statün mü? Mesleğin mi? Paran mı? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi? Maşukun mu? Ailen mi? İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi?
Şöhretin mi? Gençliğin mi? Güzelliğin mi?
Onları kurban edecek bilinçte misin?
Bilinçte isen, bir tek söz kalır geriye…
Kurban Bayramın mübarek ola!