“Birlik Sözünün Yankısı”
Ne çöl ne şehir… Ne tarih ne saat… Zaman, sonsuz bir halkaya dönüşmüş; mekân, tek bir nefesin içine sığmış. Ortada iki ruh var: Biri “Enel Hak” diyerek darağacına yürüyen Hallâc-ı Mansur, diğeri “Tanrı ve Doğa bir ve aynıdır” diyen filozof Spinoza.
Hallâc, gözlerinde derin bir vecd ile konuşur:
“Ben O’ndan başka bir şey görmedim. Kendime baktım, O’nu gördüm; âleme baktım, yine O’nu gördüm. ‘Enel Hak’ dedim, çünkü ben yoktum; var olan yalnız O idi.”
Spinoza, sakin ama kararlı bir sesle cevap verir:
“Ben de varlığı tek gördüm. Doğa dediğiniz, Tanrı’nın kendisidir. Her şey O’nun zorunlu varoluşunun tezahürüdür. Ayrı bir Tanrı yoktur; Tanrı bizzat varlığın kendisidir.”
Hallâc gülümser, sanki derin bir sırrı paylaşır gibi:
“Sen akıl ile gördün, ben aşk ile… Senin kelimelerin felsefenin aynasından yansıdı, benim sözlerim aşkın ateşinden doğdu. İkimiz de aynı hakikati söyledik, ama senin sözün kitapta kaldı, benimki darağacında yankılandı.”
Spinoza başını eğer:
“Ben Tanrı’yı kanunlarda, tabiatta, zorunlulukta gördüm. Sen O’nu kalbinde, sevgide, yanışta gördün. Belki de senin aşk dediğin, benim zorunluluk dediğim şeyin ta kendisidir.”
Hallâc’ın sesi titrer, ama gözleri ışıldar:
“Aşk, zorunluluktur dostum. Âşık, sevmeden duramaz; tıpkı güneşin doğmadan edememesi gibi. Ben aşkın zorunluluğuna teslim oldum. Bu teslimiyet beni ateşe attı, ama ateş de O’ndan olduğu için gül bahçesine döndü.”
Spinoza derin bir nefes alır, gözleri ufka dalar:
“Öyleyse birlik, ne aklın ne de aşkın tek başına erişeceği bir şey… Aklın yolu da, aşkın yolu da aynı menzile çıkar. O menzil, varlığın birliğidir.”
O an mekân birden ışıkla dolar. İki ruh, tek bir hakikat cümlesinde birleşir:
“Varlık birdir, aşk da O’nun nefesidir.”