Allah sevgisiyle mücellâ bir yürekte,küfri hissiyat’ın barınması mümkün değildir. Bu halet içinde olan biri, Yunus gibi tüm canlıya; ona Rab’bı tarafından bahş edilen sevgi penceresinden bakar.Bilir ki,her yaratılan, künfeyekün tezgahında özen ve hikmetle işlenerek; varlık sahasına dahil edilir. Bu ulvi duygudan neş’et eden hasletler, bir zaman süreci içerisinde kişiyi daha müsbet bir bakış açısına tevcih eder. Tevazu ve hoşgörü gibi beşeri kazanımlara da kapı açan yönelmeler Allah’a iyi bir kul olma yolunda atılacak en emin adımlardır. Sevgi, vahdet’ten kesret’te dönüşerek, alemşumul bir kuvve hükmüne geçebilir. Çünkü sevginin kaynağı Allah’tır.Tasarrufuna verilen bu duygu, insanı ayna gibi bir vazife’yle muvazzaf kılar. Yani kul, o yüce duyguyu salt Allah adına, ondan aldığı ilhamla; tüm mahlukat’ta yansıtmak’la mükelleftir. Bu öyle bir duygudur ki; en aciz bir yaratığı; en azgın bir canavara karşı Aslana dönüştürür. Minicik bir cocuğa, anne ve babasının musahar olması, söz konusu o çocuğa duydukları sevgi değilmidir? Sevgi değil midir, beşeri ilişkileri dizayn edip, beraber bir yaşam içinde bir işleyişi gündemde tutan? Bu sonsuz denizden bir Damla’nın hamisi olmak bile, bir insanın, Allah katında değerini varit kılmaya yetebilir. Allah kimseyi sevgisiz bırakmasın.
CUMA GÜNÜNE KISA BİR DEĞİNME.
Cuma’nın bilemediğimiz bir çok hikmetleri olmakla beraber; bildiğimiz kadarıyla bazı faziletleri şöyle: Evvela,”Cuma” kelimesinin etimolojik kökenine, sonra ihtiva ettiği anlama bakalım. Arapça olan bu kelime; Türkçedeki karşılığı toplamak, bir araya getirmektir. Bu kavram, kesret’in; vahdete dönüşme fiiliyle daha anlamlı bir statüye bürünür. Bilindiği üzere, İslam inancı tevhit’ten (birlik) beslenir. Cuma günü bir araya gelen sahabeler, namaz sonrası savaş kararları alır; yoksullara verilecek yardımların, zekatların nereye verileceği tesbiti, ve daha buna benzer birçok içtimai ve hayati konular üzerinde müşavereler yaparladı. Bu toplanmalara ilmi sohbetleri de katarsak, sanırım bu günün; diğer günlerden ayrı bir statüde değerlendirilmesi gerektiğini anlamış oluruz.
Yani o dönemlerde, mescitler salt bir ritüel için değil; aynı zamanda müşaverelerin müzakerelerin olduğu mekânlar’dı. Şimdiki gibi, iki rekat namazla oldu bitiye getirip; işinin başına dönmek; yahut evine gidip, çay kahvesini yudumlayıp” Aman, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” deyip; nemelazımcılığın rahatlığına sığınmak değildi. Allah birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışan şer odaklarına fırsat vermesin. Hepinize hayırlı cumalar! ALLAH VACİBÜLVÜCUT TUR. (varlığı kendinden olup, var olma konusunda bir başka varlığa muhtaç olmayan) Lâ İlâhe İllellâhu Vahdehu lâşerike leh. Amenna, onun ortağı, iştirakçısı yoktur. La ilahe illa hu, Tüm kalbimle! Asla ondan başkasına tapılmaz. “La meşhuda illa hu” “Ondan başka görünen yok.” demek olup, bu mesleğin özeti ve formülüdür. Dikkatli ol bunu söylerken! Her şey bir zat-ı Vacib-ül vucuda şahitlik eder. Şahitleri inkâr; bir davayı yok saymaktır. Buda kişiyi münkir sıfatıyla karşı karşıya getirir. “La mevcude İlla hu”. Buna hiç girme istersen; çıkamazsın çünkü… Sonuç tehlikeli olabilir. Zereden, Küreye Kadar, tüm mevcudat onun varlığını yansıtan birer aynadır. Bir ağacın gölgesini inkâr, ağacında inkâr’ını gündeme taşır. O halde elimizdeki La İlahe İllallah anahtarı ile İslamın teslimiyet kapısını aralayıp; muhteviyatında barındırdığı selametin içine giriyoruz.